Kısa bir meçhul asker öyküsü
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ulusların anlatılarında fedakarlığın en yüksek noktası olarak "meçhul asker" üzerine şiirler yazıldı, anıtlar dikildi. Ulusal hafızaya gönderme yapmasının yanı sıra meçhul askerin kimliksizliği ve yersizliği, onu hep minnetle anılacak bir figür haline getirdi. Kürtlerde de meçhul asker figürü, edebiyatta belirgindir. Kafkas Kürtlerinden Emerîkê Serdar şiirsel bir dille yazdığı 'Ji Eskerê Neeyan re' öyküsünde meçhul askere seslenir ve onu halkının, ülkesinin ebedi çocuğu olarak tanımlar. Kürt şiirinin önemli şairlerinden Ebdullah Peşêw’in 'Serbazî Win' şiirinde meçhul askerin kabri, ülkesinin her karış toprağı hatta semalarıdır. Rojan Barnas’ın çok bilinen 'Min navê xwe kola li bircên Diyarbekir’ şiirinde ise meçhul asker 'pêşmergeyekî bê nav û nîşan’dır ve Diyarbakır’da, şehir meydanında idam edilmiştir. Arjen Arî’nin 'Mihemedo’ şiirinde ise isme sahiptir. Fakat adı 'Mihemedo' olsa da Arjen Arî için o 'egîdek bênav'dır.Savaşın acı sonuçlarından biri olan meçhul asker figürü, kimi zaman ömrünün baharında toprağa düşmüş genç bir savaşçı, kimi zaman çocuklarını ardında bırakıp cephede düşen bir baba, kimi zaman da ardından birçok eser bırakan bir sanatçıdır.
1968 yılında Amûdê'de dünyaya gelir. Kimlikteki adı Evdilmelik Şêx Bekir olmasına rağmen aile ve arkadaş çevresi tarafından Melek adıyla çağrılır. Liseye kadar Amûdê'de okuyan Melek, daha sonra üniversite okumak için Hacettepe Tıp Fakültesine kayıt yaptırır. 1988 yılında çoğunluğu tıp öğrencisi olan bir grup Kürt genci ile Koma Amed'i kurar. O zamanlar Koma Amed, Koma Dengê Azadî ile Türkiye'de ilk Kürtçe müzik yapan gruplardandır. Melek, müzisyenliğinin yanında resim ve şiire de ilgilidir. 1990 yılında İstanbul Çapa Tıp'a geçiş yapar ve aynı yıl Koma Amed 'Kulîlka Azadiyê' albümünü çıkarır. Hafızalarda yer edinen bir özelliğe sahip bu albümde 13 şarkı vardır ve birçoğunu Melek okur.
1991 yılında Melek artık Şengal adı ile tanınır. Aynı yıl İstanbul'da açılan Mezopotamya Kültür Merkezi'nin kuruluşunda da yer alır. Bu vakitlerde Koma Çiya ile çalışmaya başlar fakat grubun 'Rozerîn' albümü çıkmadan, o yüzünü dağlara çevirir.
Gerillada Cuma adını alır. Bir yıl sonra Engizek dağlarında bir çatışmada son mermisine kadar savaşır ve o dağlar onun ebedi meskeni olur.
Kürt şair ve aynı zamanda Melek'in kayınbiraderi olan Ehmed Huseynî onun için şunları der: "Melek'in en dikkat çeken yanı, sesini ustaca kullanabilmesiydi. Evdilmelik, sesinin hangi düzeyde olduğunu, neler yaratabileceğini, hangi şarkıları söyleyebileceğini ve hangi melodilere uyumluğu olduğunu çok çabuk kavradı." (20 Mayıs 2016, Yeni Özgür Politika)
1991 yılında Melek ile İstanbul’da tanışan Kürt dilbilimci Zana Farqînî, onun müzikal yeteneğini şu sözlerle ifade eder: "O kaynağını Kürt halk müziğinden alan, Kürt müziğinde yenilikçi ve yeniyi arayan biriydi. Onun müziği için denilebilir ki üslupta modern, muhtevada ise devrimci ve sevdalıydı. Sesi de kalın ve yumuşak tam davudi bir sesti ki çok az insanda bulunur." (PolitikART 248. sayısı)
Melek’in çocukluk ve okul arkadaşı olan Kürt yazar Helîm Yûsiv ise onu şu cümlelerle anlatır: "Yıllar geçti. Ben sürgün rüzgarına kapılıp mülteci oldum. Melek ise güzellik rüzgarına kapıldı ve şehit düştü. Ben büyüdüm ve yavaş yavaş yaşlanıyorum. Melek ise hep genç kaldı." (PolitikART 248. sayısı)
Sinemacı Havin Saç, 2014 yılında ‘Gecikmiş Ağıt’ belgeselinde Melek'i anlattı. Bu belgesel Rojavalı Melek’i bir nebze de olsa unutulmaktan kurtardı diyebiliriz.
24 yaşında ülkesinin dağlarına başını yaslayan Kulîlka Azadî’nin Melek’i, hep 24 yaşında kalacak ve o davudi sesiyle konuğumuz olmaya devam edecek.
Bu yazı PolitikART'ın 262. sayısında yayımlandı.
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen