Foto: İbrahim Demirel |
- 70’li yılların ikinci yarısında Kuzeyli Kürt örgütleri içinde sömürgecilik tartışmaları popülerdi. Ancak o günlerdeki tartışmaları bugünden farklı kılan husus, tartışmayı yapanların Kürt toplumunun geleceğine yön vermek isteyen siyasi aktörler olmasıydı.
Özellikle 2000’lerden sonra kolonyalizm ve postkolonyalizm üzerine çalışma yapan yazarların eserlerinin Türkçe çevrilmesi ve Kürtlerin Avrupa’da akademik dünyaya açılmalarıyla, bu alan Kürtler arasında da popüler olmaya başladı. Tartışmaları Kürdistan’a tercüme etmeye çalışan akademiden ve akademik yönteme öykünen akademi dışından bazı kesimler oldu. Bu cenahın, Kürdistan bağlamında “sömürge” ve “kolonyalizm” üzerine yazarken, konuşurken bazen kutsal bir mesajı iletiyormuş gibi rolünü abartan, üst bir tondan seslenen hâli de var. Oysa şimdilerde Kürdistan’a ihraç edilen bu tartışmalar, 70’li yılların ikinci yarısından sonra Kuzeyli Kürt örgütleri içinde de şimdilerde olduğu gibi popülerdi. Kürt örgütleri konuya dünyadaki ulusal kurtuluş hareketlerinin etkisiyle kafa yormuş, ana gündemi olarak belirlemişti. Konuya Marksist bir perspektiften bakılan bu zamanlarda dünyadaki diğer örneklerden yola çıkılarak Kürdistan’ın durumu çok farklı açılardan yorumlanmış ve üzerine yazılıp çizilmiştir. O yıllardaki tartışmaları günümüzdeki tartışmalardan farkı kılan husus sadece tartışmayı yapanların sosyalist olmaları değildi aynı zamanda Kürt toplumunun geleceğine yön vermek isteyen siyasi aktörler olmalarıydı. Dolayısıyla bu konu, onlar için entelektüel bir uğraş veya akademik kariyer için bir basamak değil, siyasetin esas gündemiydi.
'Kürdistan sömürgedir’in patenti
90'lardan itibaren ‘’Kürdistan sömürgedir’’ görüşünün patentinin kime ait olduğu, ilk defa kim tarafından dillendirildiği gibi tartışmalar başladı. Bu görüşün billurlaştığı yıllar 70-80 arası yıllardır ki bu yıllarda ‘’Kürdistan’ın sömürge olma durumu’’ nerdeyse bütün Kürt örgütlerinin tartıştığı bir konuydu. Dolayısıyla bu yılların ürünü olan ve sonrasında da üzerine tartışılan bu görüşü aynı bağlam ve kapsam ile tarihi kuytuluklarda aramaya çalışmak anakronizmden başka bir şey değildir. Bu kuytuluklarda bulunacak bölük pörçük fragmanların ise kendi içinde akışkan ve süreklilik taşıyan tarihsel bir izleğin parçası olmayacağı açıktır. Hakeza 1970’li yılların ikinci yarısından sonra kafalarda berraklaşan dört parçaya bölünmüş Kürdistan imajı da çok eski değildir, bu imajın da bu yılların mirası olduğu söylenebilir. Ayrıca Türkçeye sonradan giren "sömürge" kelimesinin gücü ve tınısını da küçümsememek gerektiğini düşünüyorum ki sözgelimi "müstemleke" yerine ikame edilen bu sözcük selefinden çok daha etkili olacaktı. Patent tartışmaları bir yana 90’ların başında İsmail Beşikçi, “Kürdistan (bir) sömürgedir” cümlesine bir “bile” bağlacıyla farklı bir boyut getirdi. “Kürdistan bir sömürge bile değildir” cümlesi vurucuydu, okuyanı, duyanı içine çeken bir etkiye sahipti.
‘Kemalist burjuvazi Kürdistan’ı bir müstemleke halinde kullanmakta’
Xoybûn örgütü, günümüze ulaşan eldeki belgelere göre, Kürdistan meselesini daha çok Türkler ve Kemalistler iie sınırlı görmüş, Suriye, İran, Irak gibi devletlerin egemen güçlerine karşı özenli ve dikkatli bir dil kullanmaya çalışmıştır. Denilebilir ki resmi söylemde en modern Kürt örgütünün Kürdistan’a bakışı dahi Türkiye’deki parça ile sınırlıdır. “Kürdistan (bir) sömürgedir” görüşünün yukarıda bahsi geçen bölük pörçük fragmanlardan birine ilginç bir yer ve zamanda rastlıyoruz: Ağrı’da isyanın devam ettiği günlerde (1930), Türkiye Komünist Fırkası İstanbul Komitesi’nin gizlice çıkardığı Kızıl İstanbul gazetesinde. Gazetenin ilk sayısında Ağrı İsyanı’na genişçe yar ayrılır. “Şark’taki Köylü Harekâtı” başlıklı, Ahmet imzasıyla yayımlanan yazıda “burjuvazinin isyan, eşkiya, dağı ve baği harekâtı diye gösterdiği şeyler köylü harekâtıdır” tespiti yapılarak Ağrı’nın adı verilmeden komünistlerin orda devam eden savaşa dair tutumu ortaya koyulur. Biraz uzun olmasına rağmen o yazıdan bir bölümü buraya aktarmak açıklayıcı olacaktır:
“Küçük burjuvazinin ve bilhassa köylünün iktisadi müşkilat ve siyasi tazyik altında irticaın tesiri altına düşmesi ihtimali kuvvetlidir ve netekim Türkiye'de umumiyetle böyle olmaktadır. Milli kurtuluş harbi zamanında muhtelif vilayetlerdeki isyanlar, 1925 senesindeki Kürt isyanı hep bunlara delildir. İşçi sınıfı ve onun piştarı komünist fırkasının köylü harekâtına (s. 2) rehberlik etmesi ve onu inkilap yolunda sevk etmesi lazım ve zaruridir onun için Kürdistan’daki pederşahi ağır derebeylik ve yarı derebeylik münasibatının miliyonlarca köylüyü altında bulundurduğu esaret boyunduruğu ve bunun tazyiki yetmiyormuş gibi; oradaki ağalarla kapitalistliğe yüz tutmuş derebeyleriyle kaynaşmıya başlıyan ve el ele hareket eden Kemalist burjuvazi Kürdistan’ı bir müstemleke halinde kullanmakta ve onun kanını emmektedir. Milli ekalliyetlere karşı Kemalistlerin takip ettiği bu günkü tazyikkâr aksi inkilapçı siyaseti de buna inzimam edince Kürdistan köylülerinin kaç katlı bir istismar altında bulundurulduğu meydana çıkar.
Vilayatı Şarkiye’nin iktisaden geri kalışı ve sanayiin hemen hemen olmayışı yüzünden Kürt fukarasının her zaman oradaki irticaın, hilâfetçiliğin, ve emperyalizmin timsali olan şeyh ve ağaların tesiri altında kalmış olduklarını biliyoruz. Bu gün de, Kürt fukarası bizzat kendi menafinin aleyhine mürtecilerin maşası rolünü oynamaktadır.
Devlet kuvvetleriyle, ordu ve jandarmalarla esasen mevcut tazyik kaç kat artırılırsa artırılsın, bu gibi harekata ne Kürdistan’da ne de başka yerlerde nihayet vermek Kemalist diktaturası için gayri kabildir.
Oradaki derebeylerin ve büyük erazi sahiplerinin zulüm ve istismarına nihayet vermek ve elIerindeki toprakları ve vesaiti istihsaliyeyi müsadere ederek fakir ve topraksız köylüye bila bedel dağıtılmalıdır. Ondan başka burjuva demokratik inkilabının en mühim vazifelerinden biri olan milli meselenin de halledilmesi icabeder.
Türkiye'deki bütün millî ekalliyetlerin ve bu meyanda Kürtlerin kendi mukadderatına kendilerinin hakim olması temin edilmelidir.” (1)
O yıllar düşünüldüğünde TKP içinde “Kemalist burjuvazi Kürdistan’ı bir müstemleke halinde kullanmakta” ve “Kürtlerin kendi mukadderatına kendilerinin hakim olması temin edilmelidir” görüşlerinin mevcudiyeti önemlidir.
“Mijokdarî”, “mêtingerî”, “kedxwarî”
Sömürge kelimesi Türkçeye 1935 yılında girer. Ve bu kelime Türkiye’deki hem ulusal hem de sınıfsal anlamlar yükleyebilme özelliğine sahip olması nedeniyle solun gözdelerinden biri haline gelir. Belki de bu özelliği sebebiyle ‘’Kahrolsun Sömürgecilik’’ sloganı 60’lı yıllardan başlayarak neredeyse tüm sol ve Kürt örgütlerin kullandığı bir slogan hâline gelir.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Asya ve Afrika’da ortaya çıkan ulusal kurtuluş hareketlerinin etkisi ile sömürgecilik hiç olmadığı kadar solun ilgisini çekmeye başlar. Neredeyse bütün Kuzeyli Kürt örgütlerinin kendilerini sosyalist olarak tanımladığı 70’ler, uzak diyarlardaki ulusal kurtuluş hareketlerine karşı Kürtlerin ilgisinin doruğa çıktığı yıllardır. Öyle ki Kürtçe’de “kololonyalîzm” (qolonyalîzm) sözcüğü de kullanılmasına rağmen “sömürge” anlamına gelecek kavramlar üretme ihtiyacı da hasıl olur. Özellikle 70’li yıllarda Kürtçe’de “sömürme” fiiline yakın emmek anlamına gelen “mijîn” ve “mêtin” fiillerinden yola çıkarak “mijokdarî (veya mêjoketî)”, “mêtingerî” ve yine “sömürmek” fiilinden mülhem “kedxwarî” üretilir.
70’lere bir bakış
1976 yılında yayımlanan Rizgarî dergisinin ikinci sayısında Kürdistan’ın sömürge oluşuna dair tespitler vardır. Hatta sonraki yıllarda İsmail Beşikçi’nin Kürdistan’ın özgün duruma ilişkin yaptığı “Devletlerarası Sömürge Kürdistan” tespitine benzer bir formülasyona derginin bu sayısında rastlıyoruz: “Kürdistan uluslararası bir sömürgedir.” Bu hareketin sömürge konusuna yoğunlaşmasının tezahürlerinden biri de gençlik derneğine verilen isimdedir: Anti Sömürgeci Demokratik Kültür Derneği (ASDK-DER).
Türkiye solunda Mahir Çayan geleneğinden gelen Kurtuluş hareketinden ayrılan Têkoşîn grubu da 1978 yılında “Ulusal sorun ve örgütlenme sorunu üzerine görüş ve eleştirilerimiz” broşüründe ayrılık nedenleri ile beraber Kürdistan’ın sömürge olduğuna dair fikirlerine yer verir. Aynı yıl ilk sayısı çıkacak olan Kawa hareketinin çıkardığı Kava dergisinde de Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi ve Kürdistan devrimi üzerine yazılar vardır.
PKK’nin fikirlerinin derli toplu anlatıldığı broşür
1978’in Mayıs ayında Kürdistan Devrimcileri yani birkaç ay sonra PKK adını alacak grup, kendi fikirlerini derli toplu olarak yansıtan “Haki Karer Anısına” adlı bir broşür çıkarır. Bu broşürde çok çarpıcı ifadeler vardır: “Kürdistan halkının maruz kaldığı katliamlar, cinayetler, hakaretler ve sürgünler belleklerimizde bir daha silinmemek üzere taptaze duruyor. Sömürgecilerin işledikleri insanlık dışı katliamlarını unutmadık biz. Ulusal onurumuzu lekeleyen, ülkemizi sömürgeciler ve Emperyalistlere satan yerli gericilerden, bizim anavatanımızda ellerini kollarını sallayarak dolaşan sömürgecilerden nefret ediyoruz. Onlara duyduğumuz korkunç kinle atılıyoruz kavgaya. Bu kavgada soylu cesaretimizin karşılığını bulmakta gecikmeyeceğiz; ölüm..! Kürdistan halkının mutluluğunu, güzel günlerin geldiğini görmeden silahlarımızı bırakmayacak ve bir an durup dinlenmeyeceğiz. Her devrimin bir bedeli vardır. Bu bedel bazan çok ağır olabilir, bunu biliyoruz.”
“Kürdistan’ın kendi öz örgütüdür”
Bu yıl içinde dikkat çeken bir başka broşür de Avrupa’da yayımlanır. “Ülkemizde Örgütlenme Sorunu Üzerine” 18 Kasım 1978 tarihli imzasız ve bir nüshası bende bulunan bu broşürün Avrupa’da yazılıp çoğaltıldığını tahmin ediyorum. İlk bakışta PKK’nin fikirlerine çok yakın görünen bu broşürün PKK’ye ait olduğunu sanılabilir. Fakat biraz dikkatli bir okumayla DDKD’ye yakın bir grup tarafından Avrupa’daki taraftarları için yazıldığı anlaşılmaktadır. Rizgarî ve Özgürlük Yolu gibi dönemin Kürt hareketlerinin Kürdistan’a yaklaşımını eleştiren broşürde sözgelimi şu ifadelere yer verilir: “Türkiye işçi sınıfı partisinin Kürdistan’da ulusal sorunu tamamiyle çözemiyeceği açıktır. Ancak oluşacak özgül tarihsel koşullarda, jenosidin kaldırılmasını sağlıyabilir. İran, Irak ve Suriye tarafından sömürgeleştirilen Kürdistan’ın diğer parçalarını da kurtarabileceği de söylenebilir mi? Elbette hayır. Çünkü bu alanlardaki sorunlardaki sorunlar onun için bir iç mesele değil, bir dış mesele halindedir. Kürdistan’ın öz güçlerinden de önce bu alanlara bilfiil müdahale edebileceğini düşünmek hayal olur. Ama Kürdistan emekçileri açısından ve Kürdistan’da oluşacak bir örgütsel hareket açısından durum böyle değerlendirilebilir mi? Kuşkusuz hayır. Kürdistan emekçileri için, bütün Kürdistan parçalarındaki sorunlar birer iç sorundur. Ve kendi ülkeleriyle ilgilidir. Kurtuluşları uğruna dört parçada da savaşmak onlar için bir görevdir. Açıkça görüldüğü gibi Kürdistan sorunu tamamiyle çözebilecek yetenekte tek örgüt, Kürdistan’ın kendi öz örgütüdür.”
PKK'nin Kürtçede sömürgeciliğin karşılığı olarak 'kedxwarî' kelimesini kullandığı afişlerinden biri |
‘Korkunç kinle atılıyoruz kavgaya’
“Kürdistan sömürgedir” fokusuyla PKK, Rizgarî, Têkoşîn, Kawa, DDKD gibi hareketlerin yayınlarında yer alan yazıların karşılaştırmalı okuması o yıllara dair birçok sorunun cevabını verecektir.
“Haki Karer Anısına” adlı broşürde “Kürdistan sömürgedir” tezinin yanı sıra Kürdistan Devrimcileri’nin ne yapacağının mesajı çok açık ve nettir, direkt “sömürgeci”ye seslenir. Bu direkt seslenme hâli o dönemin koşulları düşünüldüğünde oldukça radikal bir tutumdur. Bu seslenme hâli ile birlikte Kürdistan Devrimcileri’ni diğerlerinden ayıran husus “Kürdistan sömürgedir” görüşünü ifade etmekten ziyade “sömürgecilerden nefret ediyoruz” ve “korkunç kinle atılıyoruz kavgaya” ifadelerinde gizlidir. Zaten Kürdistan Devrimcileri’nin başarısı “Kürdistan (bir) sömürgedir”e ruh veren “nefret etme” ve “kavgaya atılma” ısrarındaydı.
Metafor olmaktan çıkan “silah”
Kürdistan Devrimcileri ve daha sonra PKK adını alacak hareket için “Kürdistan (bir) sömürgedir” görüşü üzerine bol alıntılar yapılması gereken kuramsal bir konu değildi, “silah’’tı. Bahsi geçen hareketin önderi iken zamanla halk önderine dönüşen Abdullah Öcalan, “Kürdistan sömürgedir.’ Bu söz, başlangıçta sahip olduğum biricik silahtı. Başka bir silahımız yoktu.’’ (2) derken bu cümlenin gücüne vurgu yapar. Öcalan yıllar sonra da bu sözün gücünü ve onu üzerinde yarattığı etkiyi ara ara hatırlatır: ‘’Bir zamanlar ben de kendime söz verdim. Kürdistan vardır, Kürdistan için bu işe başlayayım dediğimde ne kimse bana öncülük ediyordu, ne kimse beni yürütüyordu, ne kimse beni silahlandırıyordu, tek başımaydım. Sözümün sahibiydim; bir ülkedir, kurtuluşu isteniyor, mücadele gerekiyor dedim ve kendimi buraya kadar ulaştırdım.’’ (3)
Artık bu “silah”ın metafor olmaktan çıkması gerekiyordu. Öcalan 15 Ağustos’un arifesinde şu sözlerle ''silah''ın Kürt toplumundaki gücünü anlatıyordu: “Silahı bir eşkiya bile kullandığında bile onu saklar ve ona sevgi gösterir. Bu bizde silahın halkın hizmetine kullanıldığında ne kadar büyük bir değer göreceğinin açık ifadesidir. O halde silahlı çalışmayı yüceltmek, silahlı mücadele temelinde parti faaliyetlerini esas almak, halkımızın ulusal özelliklerine halkımızın tarihsel yaşamına tamamen uygun bir biçimde kullanmak sonuç almak için zorunludur.” (4)
Sonuç niyetine
“Kürdistan sömürgedir” görüşü 70’li yılların ikinci yarısından sonra Kuzey Kürdistan’daki Kürt örgütlerinin bir şekilde üzerine mutabık olduğunu konulardan biriydi. PKK ve Öcalan’ın başarısı bu cümleyi metaforik bir “silah”a dönüştürmesi ve sonrasında da bu “silah”ı metafor olmaktan çıkarmasıydı. Eğer bu söz/görüş özel bir keramete sahip olsaydı diğer Kürt örgütlerinin de 80 sonrasında bu söz/görüşün gücünden faydalanıp PKK kadar etkili olması gerekiyordu.
(1)- Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar 1925-1936 Cilt-2, İletişim yayınları, 2009
(2)- Abdullah Öcalan, Devrimin dili ve eylemi, Weşanên Serxwebûn,1996
(3)- Abdullah Öcalan, Kasım ’93 Çözümlemeleri Weşanên Akademiya Mahsum Korkmaz
(4)- Abdullah Öcalan, Ocak ’84 konuşmaları, Weşanên Akademiya Mahsum Korkmaz, 1992
Bu yazı 27 Ekim 2021 tarihli Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlandı