Freitag, 10. November 2017

Fikri Kutlay şarkıları


20 yıllık müzik hayatının ‘gecikmiş vakası’: Stranên Fikri Kutlay


  • Fikri Kutlay ismi, Kürt müziğine ilgi duyanlar için belki çok tanıdık gelmeyebilir. Fakat o Koma Amed ve Çarnewa'dan aşina olduğumuz ve halen severek dinlediğimiz birçok eserin bestekârı ve derleyicisi. 
Fikri Kutlay şarkılarından oluşan “Stranên Fikri Kutlay” (Fikri Kutlay Şarkıları) albümü, kısa bir süre önce Kom Müzik etiketiyle yayımlandı. Aynı zamanda Batman’da operatör doktor olarak çalışan Kutlay’ın bestelerini albümde kendisiyle beraber Mehmet Atlı, Pervin Çakar, Ali Geçimli, Agit Işık, İlkay Akkaya, Süleyman Çar Newa, Eylem Aktaş, Rojda, Hüsnü Arkan, Harun Ataman, Yelda Emek, Reza Yousufbeigi ve Dr. Ahmet Kaya seslendiriyor. 
Fikri Kutlay ismi, Kürt müziğine ilgi duyanlar için belki çok tanıdık gelmeyebilir. Fakat o Koma Amed ve Çarnewa’dan aşina olduğumuz ve halen severek dinlediğimiz birçok eserin bestekârı ve derleyicisi. 
Koma Amed ki bir kuşağın ve dönemin belleğinde sağlam bir yer edinmiş, modern Kürt müziğinin en güzel ve seçkin köşe taşlarından biri. Kutlay, Koma Amed’in kuruluş serüvenini ve grubun müzikal gelişimine etkisini şöyle anlatıyor: “Koma Amed’in temelinin atıldığı 1987’deki ‘Diyarbakırlılar Gecesi’nden beri önce Koma Amed ardından Çar Newa içinde gerek beste gerek derleme gerek sahne pratiği olarak yer aldım. Koma Amed, ağırlıklı olarak Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki müzik ve ülke sevdalısı Kürt öğrencilerin oluşturduğu bir gruptu. Bizim jenerasyonun göğüslemek zorunda kaldığı yalnızca sanatsal ya da siyasal zorluklar değildi, aynı zamanda halkımızın içinde yer aldığı kendi dilinde nitelikli sağlık sorunlarına derman olma kaygısı da vardı. Bu bağlamda yeri geldi Hakkari’ye, Kırşehir’e, Dersim’e, Ağrı’ya, Adıyaman’a derlemeye gittim; yeri geldi Roma’da, Napoli’de konserlerde enstrüman çaldım. Yeri geldi “Kulîlka Azadî”, “Ronahî-Berîvan”, “Destana Silopî”, “Gurbet” gibi bestelerimi; “Hoy Hoy Memo”, “Amediye Kef Xweş e”, “Çimene” gibi derlemelerimi Koma Amed ve Çar Newa’nın repertuarına sundum, albüm düzenlemelerine katkıda bulundum. Müzikal olarak bunlarla ilgilenirken bir yandan da İstanbul’da 8 yıl kalp damar cerrahı olarak çalıştıktan sonra Diyarbakır’da özel bir hastaneden gelen teklifle bölgedeki ilk düzenli Kalp Damar Cerrahisi ünitesini İstanbul’dan getirdiğim ekip ile kurdum. Batman’da ise yaklaşık olarak beş buçuk yıldır çalışmaktayım.”


Müzik benim nefes alma yöntemim
Albüme Kutlay’ın 20 yıllık sanat hayatının ürünü demek haksızlık olur belki. Zira doktorluğunun yanında müzikle olan bağı hiç kesilmemiş, sürekli üretmiş. Aslında hedef albümü 2015 Mayıs ayına yetiştirmekmiş, hatta albümün tanıtım klibi olarak “Yokuş Yola” da hazırlanmış fakat şehir savaşlarından ötürü ertelenmiş albümün çıkışı. Bu sebeple ve biraz da kalp cerrahı olarak çalışmanın zorluğundan dolayı albümü “gecikmiş bir vaka” olarak tanımlıyor Kutlay. 
Albümün gecikmişliğini ve hem kalp cerrahlığı yapıp hem müzikle uğraşmanın zorluğunu, ilişkisini Kutlay şu cümlelerle anlatıyor: “Müzik benim kendimi ifade etme, derdimi anlatma ve nefes alma yöntemim. Aktif olarak kalp cerrahisi yapmaya başladıktan sonra sahnede yer alamasam da grup albümlerinde kendimi ifade etme olanağını buluyordum. Hem aktif kalp cerrahisi yapmak hem grup içindeki tıkanıklık hem de öznel başka sorunlardan ötürü ‘gecikmiş bir vaka’ oldu albümüm.
Ziz albümünden sonra grubun tıkanması, Kasım 2013’te Çar Newa’nın dağılması sonrası 20 yıldır yapmış olduğum yeni şarkılarımı farklı solist arkadaşlarımla bir albümde buluşturma düşüncesi belirdi. 
Çar Newa dağılmasaydı albüm çıkarır mıydım? Sanırım evet. İddiası, perspektifi ve dinamizmi olan bir grubun dinamolarından olmak benim için daha fazla tercih edilir bir şey olsa da yıllardır bekleyen derleme ve bestelerimin dinleyiciye ulaşmamış olması içimi burkuyordu. Bu sebeple kimi derlemelerimi ve bestelerimi müzisyen arkadaşlarımın albümleri için verdim.”

Şiirden beslenmeyen müziğin geleceği yok
Koma Amed’den günümüze Kürtçe’nin her alanında olduğu gibi müziğinde de yasaklar ve baskılar hiç eksik olmadı. Kutlay, muktedirlerin iki dudağı arasından çıkan hükümlere bağlı olan kültür sanat ortamından çok fazla üretimin beklenemeyceğini belirtiyor ve son 20 yıllık Kürt müziğini ve geldiği aşamayı şöyle tanımlıyor: “Çağdaş Kürt ve dünya şiirinden beslenmeyen, kendi geleneksel müziğinden payına düşeni almayan müzisyenlerin geleceği olmayacağını düşünüyorum. Ama her şeyi tamamen müzisyenlere bağlamak da doğru olmayacaktır. Kürtçe pazar ve eğitim dili olmadığı ya da olamadığı için şu ana dek yapılagelen tüm çalışmalar aslında gelecek kuşaklar için ancak iyi birer örnek olabilir. Halen muktedirlerin iki dudağı arasından çıkan hükümlere bağlı olan kültür sanat ortamımız bile kalmadı. Geç de olsa belediyeler bünyesinde açılmış olan konservatuarlarımız ve eğitim kurumlarımız KHK’lar ile kapatıldı. Fakat tüm bu son dönem yaşananlar öncesinde bile gerek kurumlarımız gerekse halkımız yeterince sanatçılarına sahip çıkmadı. Bu durum da kimi sanatçı dostlarımızın duruşlarında kırılmalar yarattı, asimilasyon araçlarına tutunma ihtiyacı hissetmelerine yol açtı. Kısacası ülke demokratikleşmedikçe, sanata evrensel değerler perspektifiyle bakan ulusal kurumlarımız olmadıkça Kürt müziği de Kürt halkının içinde bulunduğu durumdan farklı olmayacaktır.”

Yokuş Yola ve Kürdistan
Albümde Şikoyê Hesen, Kamiran Alî Bedirxan, Kawa Nemir gibi Kürt şairlerin şiirlerinin yanı sıra İngiliz şair William Shakespeare’in bir şiirinin de yer aldığı besteler yer alıyor. Albümün tek tümüyle Türkçe olan şarkısı ise Hüsnü Arkan’ın seslendirdiği Yokuş Yola şarkısı. Yokuş Yola, birçok Kürt insanının içinde Kürdistan ibaresinin geçtiğinden emin olmak istercesine defalarca dönüp okuduğu ve derin bir haz aldığı bir Turgut Uyar şiiri. Fikri Kutlay, bu şiiri bestelemek için yaklaşık olarak 2 yıl çalıştığını belirtiyor ve albümde repertuarı ve sanatçıları belirlemede nelerin etkili olduğunu şöyle anlatıyor: “Repertuarı belirlerken aynı zamanda solist arkadaşlarımın tarzlarına uygun şarkılar olmasına gayret gösterdim. Örneğin ‘Xemxarekem’, otantik yorum ve gırtlak gerektirdiği için Sorani kısmını Reza Yousefbeigi, Kurmanci kısmını Dr. Ahmet Kaya seslendirdi. ‘Ruhê Min Teyr e’ bir soprano yorumu gerektirdiği için Pervin Çakar oldu. ‘Yokuş Yola’, çağdaş Türk şiirinde ‘Kürdistan’ ifadesinin geçtiği ilk şiirdir ve bestelemek için yaklaşık olarak 2 yıl çalıştım. Bu şarkıyı en iyi Hüsnü Arkan’ın yorumlayacağını ve şarkının arkasında durabileceğini biliyor ve hissediyordum. Solist belirlemeyi eski grup arkadaşlarım Dr. Ahmet Kaya ve Süleyman Çarnewa ile birlikte yaptık. Sağolsun önerdiğim şarkıları reddeden hiçbir arkadaşım olmadı.”

Bu söyleşi 4 Şubat 2017 tarihinde Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlandı

Yunus Dişkaya ve ev sanatçılığı


Piyasa dışı bir orkestra: Yunus Dişkaya

  • Kaygısızca müzik yapan ‘kayıt dışı’ müzisyenler vardır ki bunların başında sokak sanatçıları gelir. Yunus Dişkaya da ‘piyasa dışı’ olmayı tercih etmiş. Bir internet sitesinde kod olarak kullanmak için seçtiği ‘ev sanatçısı’ ismi zamanla onun yaptığı işi tanımlar hale gelmiş. 

Piyasa varolan üretimi kayıt altına almak aruzusu içindedir hep. Kayıt altına alırken ondan istifade ettiği gibi onu yeniden biçimlendirir. Bu yüzden piyasa hep ‘kayıt dışı‘ olana öfkelidir. Piyasaya dahil olan üretim bir süre sonra daha önceden sahip olmadığı yeni kaygılara sahip olur. Müzik de bu anlamda piyasa dahil olduğu anda yeni kaygılar taşımaya başlar ve bu kaygılar onu farklı arayışlara götürür.
Kaygısızca müzik yapan ‘kayıt dışı’ müzisyenler vardır ki bunların başında sokak sanatçıları gelir. Yunus Dişkaya da zorunlu bir tercih sebebiyle olsa da ‘piyasa dışı’ olmayı tercih etmiş sanatçılardan. Bir internet sitesinde kod olarak kullanmak için seçtiği ‘ev sanatçısı’ ismi zamanla onun yaptığı işi tanımlar hale gelmiş.
Şimdiye kadar kendi evinde yapıp internet üzerinde yayımladığı 14 albümü var bu arada sadece internet üzerinden belli siteler aracılığıyla müzikleri yayımlansa da Dişkaya’nın hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi var. Cegerxwîn, Kamiran Alî Bedirxan, Ömer Hayyam, Sabahattin Ali gibi şairlerin şiirlerini besteleyen Dişkaya şiirin müziğe ne kadar yakıştığını kanıtlıyor adeta. Birçoğu içerisinde ‘Kamiran’ albümü özellikle dinlenmeye değer. Zaten kendisi de bu albümü için ‘’Belki en iyi albümüm olmayacak ama kesinlikle en güzeli benim için’’ diyor.
Yunus Dişkaya ile müzik serüvenini, neden sadece ev içinde müzik yaptığını, müziğini nasıl tanımladığı ve Cegerxwîn, Kamiran Ali Bedirxan hakkında konuştuk. 

Müziğe ilginiz ne zaman başladı? 
14-15 yaşlarında bağlamaya heves etmemle müzikle bir bağım oluştu. Ama bunun sebebi sanırım müzikten çok enstrümanın kendisiyle ilgili bir merak veya cazibeydi. Abilerimden ikisi bağlama çalıyordu; daha küçük olanı da bana çalmayı öğretti. Üniversitenin son senelerinde gitar tıngırdatmaya başladım, ilerki yıllarda da kayıtlar yaptıkça diğer enstrümanlara bulaşmak zorunda kaldım. Evde bana çalsınlar diye müzisyen besleyemeyeceğim için kendim kayıtlarda yetecek kadar öğrenmeye çalıştım. Bronşit ve astım gibi muhalif unsurlar nedeniyle, üflemeliler evin içine dahil olamadı.

‘Ev sanatçısı’ nedir? Müziğin piyasa dışı olmasına dair bir tavır mı yoksa bireysel bir tercih mi?
“Ev sanatçısı” internetle yeni tanıştığım, ne yapabilirim diye gezindiğim sıralarda bir müzik sitesine üye olurken kullandığım “nickname”di. Protest hiçbir yönü yoktu, hatta aklımdan geçen şey, “mutfak robotu” “salon takımı” gibi tamlamaların ifade ettiği gibi bir ev gereci idi. Gidip marketten satın alabileceğiniz türde bir şey. Sonraları, kadınlar tarafından “ev kadını” yerine kullanıldığını da fark ettim. Ancak, yaptığım şeye de uyuyordu. Sanırım o siteden beni tanıyan birileri bunu bir tür endüstriyel, popüler vs olana karşı tavır gibi yorumlamış ve internette bu şekilde kabul görmüş. Açıkçası, bırakın böyle bir görkemli karşı duruş sahibi olmayı, endüstriyel olanla karşısında durarak bile irtibatlanabilecek biri olduğumu düşünmüyorum. 

Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz ‘Anadolu rock’ mu yoksa ‘deneysel müzik’ mi?
Bilemiyorum; müzik türleri, daha doğrusu hoparlörlerden gelen ses dışında, genel olarak müzik üzerine hiç kafa yormadım. Yormanın da müziği üreten kişi açısından anlamlı olacağını düşünmüyorum. Müziğin kaydedilmiş hali dışındaki somut dışa vurumları ile nasıl bir ilgim yoksa, müzik üzerine soyutlamalarla da pek ilgim olmadı. Kafamda kocaman bir müzik algısı ile oturup müzik yapmıyorum. Her bir parça bana kendi gereksinimlerini dikte ediyor. Ben de enstrümantalist olarak kabiliyetim elverdiğince uyguluyorum. Dinlediğim her şeyi içeriyordur muhakkak: Kilamlar, türküler, ozanlar dengbêjler, Anadolu rock müzisyenleri, protest ve özgün olarak adlandırılan müzisyenler,  bütün ülkelerin folk müzikleri, rock, blues müzisyenleri, klasik müzisyenler, Tom Waits, Leonard Cohen, Nick Cave, Jacques Brell gibi mahluklar ve Tanita Tikaram...ve daha binlercesi. Hepsinin hatırı vardır yaptıklarımda. 

Şimdiye kadar internet ortamında kaç albümünüz yayınlandı? 
Kendimden sıkıldığımda kaydettiğim bazı şarkıları içeren “Sen bir aysın”ı saymazsak, biri enstrümantal 14 albüm var şu anda internette, daha doğrusu “soundcloud” adlı sitede. Bunlar: “Cegerxwîn 1.2.3.4.”, “Sabahattin Ali”, “Karacaoğlan”, “Taklamakan”, “Kamiran”, “Hayyam”, “Tez gele”, “Halilim”, “Cumhuriyet”, “Filigran”, ve “Guft-i Guyi men u to”. Bunların dışında, Soundclick adlı bir sitede henüz yayınlamadığım albümlerden bazı parçalar mevcut.

Birçok şairin yani sıra Cegerxwîn ve Kamiran Alî Berdirxan’ın şiirlerini de bestelediniz? Bu iki ismi sizin için farklı kılan neydi?
Her dilin farklı bir müziği var. Kürtçe müzik yapmak elbette Kürt olmakla bağlantılı her şey gibi doğası gereği politik bir eylem. Ancak benim için, kısmen bir tür toplumsal diyetin parçası olması dışında ve temelde, başka tür bir müzik yapmanın aracı. Kısacası, Kürtçe bir şeyler yapmak istiyordum, sonuçta Kürt’tüm (halen öyleyim), ve kendim yazamadığım için besteleyebileceğim şairlere bakındım. Kürtçe şiir deyince de karşınıza ilk çıkacak olan Seyda Cegerxwîn.. Ve benim şansıma Seyda hep ölçülü uyaklı şiirler yazmış. Dertlerimizi dert, neşemizi umut edinmiş. Besteleme açısından da kendime en yakın bulduğum şiir formu dörtlüktür. Diğerleri sonra gelir. Dolayısıyla bestelediğim şairlerde de bu tür bir sıralama var. 
Kamiran albümü ise benim için özel bir yere sahip. Ben onu yaptığım yapacağım albümlerin en güzeli olarak görüyorum. Belki en iyi albümüm olmayacak ama kesinlikle en güzeli benim için. En azından şu an öyle hissediyorum. Kamiran Alî Bedirxan Kürtçe yazabilseydim yazmak isteyeceğim şekilde yazmış. Şu  sıralar ise, Arjen Arî üzerine çalışıyorum, biraz farklı bir deneyim oluyor benim açımdan. Bütün şiirlerinde olmasa da, oldukça modern bir tarzı var, besteleme açısından bu şiirler daha zorlayıcı. Ne zaman kaydedebilirim bilmiyorum, ama iki Arjen Arî albümü olacak. 

Yunus Dişkaya’nın internet dışında da müziğini icra ettiği, sergilediği alanlar var mı? 
Hayır yok. Hatta kayıt yaptığım odamın dört duvarı dışında bile enstrüman çalmışlığım çok azdır. Eşimin karşısında bile çalıp söyleyemem. Kediler köpeklerden oluşan bir kitle karşısında belki sahneye çıkabilirim. Başka türlüsü mümkün değil.

Kürt müziğini takip ediyor musunuz? Son dönemde beğendiniz, ilginizi çeken isim ya da isimler var mı?
Bu soruya hakkaniyetli bir yanıt vermem zor. Yaklaşık üç dört senedir hayatıma bir aciliyet duygusu hakim. Sanki birikmiş işleri bitiremeden, yapmak istediklerimi yapamadan müzik yapamaz hale gelecekmişim ya da öldürülecekmişim gibi. Bu yüzden kayıtlar ve besteler dışındaki çoğu faaliyete çok az zaman ayırabiliyorum. Eskiden internetin altını üstüne getirirdim, yeryüzünün bütün müziklerini dinlemeye niyetliydim. Onun yerini kahvede oturup gelip geçene “teh teh şuna bak hele!” diye iç çemkiren bir kulak misafiri aldı. 
İnternette tesadüfen denk geldiklerim arasında yeni duyduğum ve aklımda yer eden şu an sadece Mem Ararat var, sesi ve bir kaç bestesi ile. Kalan’dan çıkan rock dışı albümler ve bazı Dersimli müzisyenlerin albümlerini saymazsak, genel olarak, benimki de dahil, Türkiyede üretilen Kürtçe müziğe bir mahrumiyet havası hakim. Bu kimi zaman enstrüman kayıtlarında kimi zaman mix ve master kısmında kendini hissettiriyor. Pek çok müzik türünü belirleyen şey çoğunlukla enstrüman tonu ve “sound”dan ibarettir. Özellikle belli türlere meyleden albümlerin daha güçlü bir sound ve daha çarpıcı enstrüman tonları hedeflemesi gerek. Mahrumiyetin kaynağını hepimiz biliyoruz ama bu en azından Kürtçe müzik üreten ve bundan gelir elde eden şirketler, müzisyenler, tonmaisterler arası bir dayanışma ile daha iyi bir seviyeye çekilebilir. 

Son olarak önünüzde ne tür çalışmalar var?
Hayat mani olmazsa, sırada sözleri bana ait olanlar dışında,  Can Yücel, Nevzat Çelik, Arjen Arî ve yine Cegerxwîn şiirlerinden mürekkep albümler var. Henüz hangisinden başlayacağımı bilemiyorum. 



Ben Kimim?


1978 yılında Adıyaman’ın (Semsûr) Kahta (Kolik) ilçesinde doğdum. Mezun olmasam da ortaöğretim ve liseyi İmam Hatip’te okudum. 1996’da, sırf binası İstanbul’da oturan abime yakın diye, İ.Ü İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandım ve İstanbul’a geldim. İstanbul’daki hayatımın neredeyse tamamı Ayvansaray, Balat civarında geçti. Şu an İzmir’de yaşıyorum.
Mezun olduktan sonra, İ.Ü Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi İngilizce öğretmenliği bölümünde yaklaşık dört buçuk yıl çalıştım. Burada dil, dilbilim ve edebiyat kapsamındaki bazı derslere girdim. 2002 yılında Kars Sarıkamış’ta yedi buçuk ay askerlik yaptım. 2004 yılı ortalarında, hem askerliğin üstümde yarattığı tahribat, hem bazı kişisel nedenler ve bulunduğum bölümdeki bazı sıkıntılar dolayısıyla hem de insanlara bir şeyler “öğretme”ye çalışmanın bana uygun olmadığını düşündüğümden, istifa ettim. Müzik dışında sadece çeviri yaptım, ki son iki üç senedir onu da asgariye düşürdüm.

Bu söyleşi 9 Kasım 2017 tarihinde Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlandı

Bir cümlelik silah: Kürdistan sömürgedir

Foto: İbrahim Demirel 70’li yılların ikinci yarısında Kuzeyli Kürt örgütleri içinde sömürgecilik tartışmaları popülerdi. Ancak o günlerdeki ...