Montag, 29. April 2019

Diyarbakırlı bir Don Kişot: Âşık İhsani




Toprakta İhsani öncesi âşıklar
Garip, Yunus, Karacaoğlan
Demirden ve idrojenden geçerek
Lorka ve Breht’le birleşmedeler 

Gülten Akın

Daha önce Diyarbakır’ın yerel kanallarında gördüğüm Âşık İhsani’yi 2004 yılının baharında başında kasketi, elinde kitabıyla tanıdım. Yanındaki gençlere Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş ile ilgili anılarını anlatır, ilerlemiş yaşına rağmen enerjisi ve hazırcevaplığıyla etrafına neşe saçar, tabii o anda hazır bulunan kadınlara da hediye vermeyi ihmal etmezdi. Çocuk yaşta ayrıldığı Diyarbakır’a yıllar sonra saçları ağarmış haliyle geri dönmüştü. Sanki Kavafis kulağına dizesini fısıldamıştı: 'Bu şehir arkandan gelecek!’
Diyarbakır’da onu tanıdığım zamanlarda yanlış hatırlamıyorsam eski stadyumun yanında bir evde kalıyordu. Diyarbakır çok hızlı değişen, sürekli göç alan ve göç veren koca bir kent. O yüzden belki şimdilerde birçok kişi onu tanımaz, ama o Diyarbakır’ın bağrından çıkan büyük bir ozandı. Bir masal kahramanı, bir Don Kişot, 'Âşık Veysel’den sonra yaşayan en büyük halk ozanı', okul yüzü görmeden kitaplar yazan, türküleriyle 60 ve 70’li yıllarda Türkiye’de sol siyasetin sembol ismi, 'Balta’sını bileyen odun kırıcı İlyas’ın sesiydi...
Kimi kaynaklara göre 1930 kimisine göre ise 1932 yılında Diyarbakır’da doğmuş. Babası daha askere gitmeden ölür. 17 yaşındaki annesi, üç çocuğu ile bir başına kalır. İhsani’nin deyişiyle bir hükümlünün boynuna takılmış zincirler gibi takılmıştı annesinin boynuna. 'İtten aç, yılandan çıplak' günler yaşarlar. O günleri, yokluğu, yoksulluğu İhsani’nin dilinden okuyalım: "Çıplak dolaşırdık. Giysilerimiz yırtık pırtıktı. Etlerimiz görünürdü. Evimiz Melik Ahmet Çarşısı’na yakın bir yerdeydi. Çocukluğumda zaman zaman çarşıya çıkar, çocuk dünyamı tanımak isterdim. Çünkü 2. Dünya Savaşı haberi gelmiş ve Diyarbakır’da kıtlık baş göstermişti. Biz yoksullar, ekmek bulamaz, aç yatardık. Ancak devlet memurlarının bir okka ekmek alma hakkı vardı." (13 Ağustos 2001, Cumhuriyet)

İhsani ile Güllüşah efsanesi
Genç yaşına kadar ağalara kölelik yapar İhsani. Daha sonra Erzurum, Adana, İstanbul’da farklı farklı işlerde çalışır. Derken askere gider, orda bir saz eline alır ve o sazı bir daha bırakmaz. Sazı elinde türküler çığırırken Güllüşah efsanesini yaratır. Elinde sazı diyar diyar gezerken, aradığı Güllüşah’ın Uşak’ta olduğu
söylenir. Gider tanışır. Hayalindeki Güllüşah’a birebir benzemese de Sevim adındaki kızla evlenir. Ona saz çalmayı ve aşıklığı da öğretir. Böylece ikisinin aşkı dilden dile yayılır. Önce yerel gazetelerin daha sonra büyük gazetelerin ilgisini çeker aşkları.

Uzun saçı, göğsüne varan sakalı ve farklı giyimiyle İhsani bir masal kahramanını andırır. 'Son asrın en büyük aşklarından biri’ diye tanınırlar ve aşkları için hikaye üzerine hikaye uydurulur. İhsani o efsane için "Halk masalla doyurulmuş, masalla büyütülmüştü. Bir masal da biz halkın beynine soktuk" der. Aşkları yabancı film yapımcıların bile ilgisini çeker. Fransız film yapımcısı Samy Halfon 1962 yılında İhsani ve Güllüşah ile bir görüşme yapar. Samy Halfon’ın yapımcılığını üstlendiği Fransızların 1964 yılında çektikleri, İstanbul belgeselinde oynar. Milliyet gazetesinden Mete Akyol okuyuculara İhsani’nin namının nasıl yayıldığını şu cümlelerle aktarır: "Biliyor musunuz, bizim meşhur Âşık İhsani her geçen gün biraz daha meşhur oluyor. Geçen yaz Fransız rejisör Hanry Sandoz’un yönetiminde bir film çevirmişti Anadolu’da. O film oynuyormuş Fransa’da. Hem de Alain Dalon’un "L’Insoumis" filmiyle beraber." (12.12.1964 Milliyet)
Dillere destan aşklarından Garip ve Elif adında iki çocukları olur. Toplamda 18 kez evlenen İhsani 1969 yılında Güllüşah’tan tek celsede boşanır ve mahkeme kapısında da "Şunca yıldır kim ne bilir avradımdan çektiğimi. İyi kötü ben bilirim…" der.

İhsani’nin siyasi hayatı
İhsani ve Güllüşah birer masal kahramanı gibi sazları ve sözleriyle kah radyoda kah konserlerde herkesin gönlünü kazanır. Bu durum dönemin siyasilerinin de ilgisini çeker ve onların şöhretinden yararlanmak isterler.


İhsani 1959 yılında Demokrat Parti erkanı ile Ankara’da görüşür. İhsani bu görüşmede de sazını ve sözünü eksik etmez. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, İhsani ile Güllüşah’a sedef işlemeli birer saz hediye eder. DP’ye yakın yazarlar 'Evvel Allah sonra Demokrat Parti’ diyen İhsani’yi ’sen aşıksın, sen sanatsın’ diyerek göklere çıkartırlar. DP iktidarının 27 Mayıs 1960 darbesiyle son bulmasıyla İhsani’nin siyasi hayatında da değişiklikler olur. 'Sorumluyum ben çağımdan' diyen Âşık İhsani ilerleyen yıllarda 'Açım, ekmek istiyorum' haykırışıyla emekçi halkın sesi olur. 1961 yılında memleketi Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki bir yazlık sinemada Güllüşah ile konser de verir. 1964 yılında ilk kitabı 'Ağalı Dünya’yı çıkarır. Şiirleri için 'halk şiiri geleneğiyle toplumcu görüşü birleştirdi' yorumu yapılır. Ağalı Dünya’nın önsözünü yazan Mahmut Makal İhsani’nin şiirleri için "Eh, Diyarbakır’ın, bilgisizlikle gericiliğin elele yüzdüğü bir bölgesinde doğmuş olan İhsani’den gül-bülbül edebiyatı yapmasını bekleyecek değildik ya?" diye söz eder. Ama İhsani gülün, bülbülün hakkını da unutmaz. Ağaç kestiği için Antalya Valisi Nuri Teoman’ı mahkemeye verir.



Haksızlığa ve eşitsizliğe karşı öfkeli olan Âşık İhsani’nin ölümünden sonra yakın dostu Yaşar Kemal Radikal gazetesinde 'İhsani de öldü’ başlığıyla bir yazı kaleme alır. "Âşık İhsani büyük bir şairdi" cümlesiyle başladığı yazısında "Onun şiiri Anadolu’ya da yayılmıştı. İşin güzel yanı da halk İhsani’yi tuttukça Anadolu’da İhsani gibi şairler çoğalmıştı. Herkes onun gibi öfke şiirleri söylüyordu" diye yazar.
Folklor araştırmacısı İlhan Başgöz de İhsani’nin ölüm haberini Yaşar Kemal’in bahsettiğimiz yazısından alır ve İhsani için aynı gazeteye yazdığı yazısında "Âşık İhsani’nin şiiri ve hayat hikâyesi toplumun 1940’lardan beri geçirdiği, iyili kötülü sosyal değişimin hikâyesidir ve öğreticidir" der.
1965 yılına kadar Âşık İhsani tek göz ile yaşar. Sağ gözüne 7 yaşında bir çocukken perde inmişti. Bir ameliyat ile 18 yaşında öleceğini bilen ve gözlerini Göz Bankası’na bağışlayan Eskişehirli bir genç kızın gözü takılır. Âşık İhsani o kıza bir nebze de olsa minnet borcunu ödemek içi ne zaman yolu Eskişehir’e düşse, o genç kızın mezarına gidip saz çalarmış.

TİP ve Âşık İhsani
1960’lı yıllarda Âşık Veysel Şatıroğlu’ndan sonra yaşayan en iyi halk ozanı olarak anılan İhsani sazı ile dönemin siyasilerine karşı birbirinden değişik protestolar yapar. Ama onu emek mücadelesinin en önemli sembolü yapacak olay TİP ile tanışmasıdır. Zira bu dönemler İhsani’nin başı hapislerden, mahkeme salonlarından, linçlerden kurtulmamış. 1966 yılında hem annesini ziyaret etmek için hem de bir dizi konferansa katılmak için yine Diyarbakır’a gelir. Ergani’de Arif Efendi Oteli’nin salonunda düzenlenen konuşmacı olarak Avukat Canip Yıldırım’ın da katıldığı "Az Gelişmiş Türkiye’nin Gelişmemiş Doğusu" adlı konferansın sonrasında bir konser verir. İhsani orda ifadesi alınmak üzere gözaltına alınır. Daha sonra bu gözaltından dolayı İstanbul’daki Sorgu Yargıçlığında şu dörtlüğü ile savunmasını yapar:
"Sen Yargıç bey suçlu kimse onu bul,
Ben çağımda çoğunlukla kula kul,
Çoğu sakat, çoğu yetim, çoğu dul,
Onların şairiyim, diliyim…"
(09.04.1966 Milliyet)

Bıyığı duruyor!
Yine 1966 yılının Mart ayında yapılan Şah Hatai gecesinde komünizm

propagandası yaptıkları gerekçesi ile aralarında Âşık İhsani, Yaşar Kemal, Ruhi Su, Can Yücel’in de bulunduğu birçok kişiye soruşturma açılır.
Aynı yıl "Yazacağım" kitabını çıkartır. Kitap, dönemin T.C. Kanununun 142. Maddesine aykırı görüldüğünden toplatılır ve İhsani aynı maddeden dolayı tutuklanır. TİP Genel Başkanı Aybar cezaevindeki İhsani’yi ziyaret eder. Tutuklanması tüm Türkiye’de gündem olur. Avukatı Orhan Arsal, onu mahkemede "Değirmenlere karşı savaş açan bir Don Kişot" olarak tanımlar. Birkaç ay tutukluluktan sonra İhsani tahliye edilir. Bu tutuklanmasından meşhur saçı ve sakalı da nasibini alır. İhsani ilk mahkemede adliyede sorgu için sıra beklerken eşi Güllüşah’a kesilen saçlarını verir. İhsani’nin saçının ve sakalının kesilmesinin sevenlerini ne denli üzdüğünü Ülkü Tamer’in kaleminden okuyalım:
"Günün birinde haber bomba gibi düştü: İhsani tutuklanmış, Sultanahmet Cezaevi’ne konulmuş!
Seveyim sevmeyeyim, kim olursa olsun bir insanın düşünceleri yüzünden özgürlüğünün kısıtlanmasına her zaman karşıydım elbet. İhsani de "baltasını biledi" diye bir türkü söylemişti, baltasını kapıp ortalığı kan gölüne çevirmemişti ki!
Haber aldığımda Cağaloğlu’ndaydım. Doğru olup olmadığını öğrenmek için o sıralarda "devrimci"lerin egemenliğindeki MTTB’ye (Milli Türk Talebe Birliği) koştum hemen. MTTB adam almıyor. Giriş katında sağdaki salon kapıya kadar dolu. Kafamı uzatıp baktım. Salonun tam ortasında bir iskemle. Bir adam, başını öne eğmiş, oturuyor. Çevresinde gençler halka olmuş, sessizce duruyorlar. Çıt çıkmıyor. Yanımdaki bir delikanlıya, "Kim bu?" diye sordum fısıltıyla. "İhsani’nin avukatı" dedi. "Sultanahmet’e gidip görebilmiş."
Bir süre öylece sessizce bekledik.
Sessizliği bir delikanlı bozdu.
"Hocam, saçını kesmişler mi?"
Avukat, başı önünde, belli belirsiz bir sesle, "Kesmişler," dedi.
Bir an sessizlik.
Sonra bir başkası sordu:
"Hocam, sakalını..? Sakalını da kesmişler mi?"
Avukat, büyük acılar içinde, "Kesmişler" diye inledi.
Cenaze namazına durmuş gibi ellerimizi önümüzde kavuşturmuş, bir süre daha bekledik.
Sonra bir genç kızın sorusu;
"Hocam… bıyığını… bıyığını da kesmişler mi?"
Avukata can geldi birden. Şöyle bir doğruldu. Gözlerinde bir zafer ışıltısıyla, çevresini saran bizleri süzdü.
Sonra kollarını havaya kaldırarak haykırdı:
"Bıyığı duruyor!"
Ansızın bir alkış koptu salonda. "Bıyığı duruyor!" Devrimcilerin bir golü daha'
Bir ağızdan türkü başladı:
"Arkasından baltasını biledi…"
Kendimi dışarıya zor attım. Cağaloğlu’nun gri uğultusuna. Kime güleyim, kime ağlayayım, kime söveyim bilemiyorum."

Yüzü gözü kan içinde kalıncaya kadar dövülür
İzmir’deki Halkın Sesi Gecesi’nde Âşık Nesimi’nin 'Canla baş koymuşuz insan yoluna' konuşmasından sonra gericiler olay çıkarır. Âşık İhsani de ertesi gün iki arkadaşıyla beraber Komünizmle Mücadele Derneği taraftarları tarafından yüzü gözü kan içinde kalıncaya kadar dövülür.
1967 yılında Ant dergisinin 46. sayısından itibaren 'Halkın Sesi' köşesinde halk şairlerini tanıtır. Aynı yıl İstanbul’da onbinlerce kişinin katıldığı Kıbrıs mitinginde Amerika bayrağı yakılır. Bu mitingde Âşık İhsani ve iki genç gözaltına alınır ve daha sonra serbest bırakılır. Bu iki gençten biri daha sonra asılacak devrimci önder Deniz Gezmiş’ti.
1968 yılında yapılan Milletvekili Ara Seçimleri’nde İstanbul’dan seçilecek tek milletvekili için TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın "halk kitlelerine seslenecek" bir aday olması önerisinde bulunur. Aybar’ın da desteklediği İhsani yapılan ön seçimlerde de birinci olur. 1968 yılında yapılan seçimde TİP’ten İstanbul Milletvekili adayı olur, fakat seçilemez.
Şarkıları mecliste bile gündeme gelir. Adalet Partisi (AP) Malatya Milletvekili Hamido (Hamit Fendoğlu) İhsani’nin plağını AP grup toplantısında dinleterek, bu şarkıların halkı kışkırttığını ileri sürer.



Bu şiirleri İhsani yazamaz!
Artık Türkiye’de sol ve emek siyasetinin sembolü haline gelen Âşık İhsani dünyanın da ilgisini çeker. Fransız gazetesi Le Monde ona geniş yer ayırır ve Âşık İhsani için "Günümüzde sadece Vietnam Savaşı'na karşı koyan ozanlarında görülen açık sözlü sertlik, İhsani şiirinin ilk göze çarpan özelliğidir." der. (Ant Dergisi Sayı:54, 9 Ocak 1968)
Okul yüzü görmemiş İhsani’nin bu denli iyi ve çarpıcı şiirler yazması bazı aydınlar tarafından kuşkuyla karşılanır. Hatta bazıları bunları onun yazdığına inanmaz. Anılarında bu kuşkuculardan biri olduğunu yazan Şadi Alkılıç şunları der: "Âşık İhsani’yi sokakta, sahnede çok defa dinlermiş, şiirlerini çok etkili bulmuştum. Ama doğrusunu söyleyeyim, bu kadar güçlü şiirleri tek başına İhsani’nin yaratabileceğine inanmıyordum. Birisi, kim bilir, benim de bilmediğim birisi şu şiirleri düzeltiyor, diyalektik raya oturtuyor sanıyordum. Ayıp bir sanı, fakat gerçek bu. Aldanmışım.
Hapishanede şaştım İhsani’ye… Bir de baktım ki şiirlerini hakikaten hiçbir revizyon istemeden, eksiksiz kendi yazıyor. İki kişi yattığımız hücrede öyle güzel, öyle güçlü şiirler yazdı." (Ant Dergisi, Sayı: 55, 16 Ocak 1968)

Diyarbakır’a büyük bir ozan olarak gömülür
1970’li yıllarda birçok Avrupa devleti İhsani’yi konserler vermek üzere ülkelerine davet eder. 1979 yılında Avustralya’ya yaptığı geziyi 'Beyaz Köle' adıyla

kitaplaştırır. 1990’da Fransa Cumhurbaşkanı İhsani’yi çağırır ve 5 yıl onların misafiri olur. Türkiye’ye döndükten sonra yine İstanbul’da kalır ve 1995 yılında doğduğu topraklara geri döner. İhsani 2009 yılında gazeteci Murat Meriç’le yaptığı röportaj sırasında fenalaşarak hastahaneye kaldırılır. Beyin kanaması geçirdiği anlaşılan İhsani ancak birkaç gün direnebilir. Yoksulluk sebebiyle ayrılmak zorunda kaldığı Diyarbakır’a büyük bir ozan olarak gömülür.

İran Azerbaycanı efsanesi ve Âşık İhsani’nin Kürtlüğü
Şimdiye kadar okuduğum birçok kaynakta İhsani’nin ailesinin İran Azerbaycan’ından Diyarbakır’a göç ettiği bilgisi var. Oysa annesinin Muşlu olduğunu kendisi birçok yerde söylüyor. Babasının adı da Filit. Ki Filit, Kürtlere has bir isim. Ben onu Diyarbakır’ın yerel kanallarında Kürtçe konuşurken ve şarkı söylerken izledim. İhsani’nin tanınmaya başlandığı 1950’li yılların sonunda, bir insanın kamuoyu önünde Kürt olduğunu söylemesi zordu. Bazı kaynaklarda İhsani’nin Tebriz’de doğan Âşık Garip’in torunu olduğu yazılır. Kanımca bu ya İhsani’nin Güllüşah gibi yarattığı bir efsanedir ya da başkalarının onun için yarattığı bir tarihtir. İkinci ihtimal doğru olsa bile İhsani buna itiraz etmemiş.
Âşık İhsani ile 1966 yılından beri arkadaş olan Ozan Temeli de bu konuya dair görüşlerini benimle paylaştı: "Âşık İhsani'ye 1978 yılında Almanya'ya geldiğinde sordum; dedim ‘İhsani ben biliyorum senin Kürt olduğunu, lütfen Türkiye'ye

döndüğünde birkaç Kürtçe şarkı da söyle.’ Hatta o zaman onunla saatlerce Kürtçe konuşup, Kürtçe şarkılar söyledik. Anne ve babası da Kürttü. Döndüğünde bana bir kasetini gönderdi, içinde Kürtçe şarkıları da vardı. Bana Temeli ismini de o vermişti. Diyarbakır’dayken de kendisiyle sürekli görüşürdüm. Ölmeden iki gün önce de kendisiyle telefonda konuşmak istemiştim, fakat Muş Vartolu olan son eşi konuşamayacak durumda olduğunu söylemişti. Kasetleri hala yanımda. İki günde bir onları dinlerim."
Ozan Temeli’nin bahsettiği içinde Kürtçe şarkıların olduğu kaset, İhsani’nin ’Yaşamak Bu Değil’ kasedi. Bu kaset, 1974’te Frankfurt’ta kurulan Uzelli şirketi aracılığıyla çıkmış. Toplamda 12 şarkının bulunduğu kasette İhsani sade ve duru Kürtçesiyle 'Derabin', 'Kırbıkın' ve 'Hançer' adında üç Kürtçe şarkı söylüyor.
Yaşar Kemal de İhsani’nin Kürtlüğü için şunları yazar: "Bazı yıllar İhsani’yle her hafta buluşuyor, şiirler söylüyorduk. Ben bir gün bir Kürt türküsü söylerken o da karışıverdi güzel sesiyle Kürtçe türküye. Ben onu dinlemek için sustum, o türküyü sonuna kadar söyledi. Sonra her buluşmamızda bana Kürt türküleri söylüyordu. Kürtçesi de Türkçesi kadar güzeldi. Neden sonra onun nereli olduğunu sordum. Diyarbakırlıydı."






***
Kaynak:
Âşık İhsani, Beyaz Köle, İlgi yayınları, 1985
Ayhan Yetkiner, Âşık İhsani Kimdir, Tekin yayınevi, 1967
Müslüm Üzülmez, Yoldaş Koçero, TÜSTAV yayınları, 2011
Haz: Mete Kaan Kaynar, Türkiye'nin 1960'lı Yılları, İletişim Yayınları, 2017
Ülkü Tamer, Yaşamak Hatırlamaktır, Kitap Yayınevi, 2005
Nebil Varuy, Türkiye İşçi Partisi Olaylar-Belgeler-Yorumlar (1961-1971), Sosyal Tarih Yayınları, 2010


Bu yazı PolitikART'ın 261. sayısı için yazılmıştır. PolitikART'ın 'Bir itiraz kürsüsü olarak: Âşıklar' sayısının PDF haline şu linkten ulaşbilmek mümkün: 
https://issuu.com/ibrahim-bulak/docs/politikart_261_as_iklar_

Dienstag, 9. April 2019

Paşayê şanoya Kurdî

Mamoste Arsen


 ”Ji me re welat çiqas lazim be tiyatro jî ewqas lazim e.”
                                                                        Arsen Polatov

Arsen Polatov ku bi navên Lawê Kurd Paşa, Arsênê Reşît jî dihate naskirinê, di sala 1942’yan de li Êrîvanê hate dinê. Polatov, ewilî felsefe ceriband û li St. Petersburgê çû zanîngeha felsefeyê. Ew û felsefeyê zêde li hev nekirin û Mamoste Arsen dev ji felsefeyê berda. Çû li Moskovê li ser rejîsoriyê perwerde bû. Piştî ku wî perwerdeya xwe ya rejîsoriyê qedand û çû Parîsê. Hingî li Parîsê qedera pandomîmê dihate nivîsarê û pênûs di destê Marcel Marceau de bû. Polatovê ciwan tevlî ekîba Marceau dibe û 2 salan ji bo perwerdeya pandomîmê li cemê dimîne. Paşê vedigere Êrîvanê û bi piştgiriya hikûmeta Sovyetê dibistaneke bi navê ”Dibistana Pandomîmê ya Arsen Polatov” vedike.

Mamoste Arsen, heta roja ji vê dinê bar kir, li Berlîn, Parîs, Prag, Moskov û li gelek zanîngehên Ewrûpayê û cihanê dersên pandomîmê dan. Ji sala 1975’an heta 1995’an li Şanoya Dewletê ya Moskovê weke derhênerê giştî xebitî. Piştre derbasî Zanîngeha Yaroslavlê bû û li vir dersa Dîroka Pandomîmê da.

Arsen Polatov sala 1993´an tevî Egîdê Cimo û Aslîqa Qadir ji Ermenistanê li ser daxwaza NÇM´ê, di 19´ê Îlonê de hatin Stenbolê. Li wir dersa şanoyê da şanogerên Kurd ên li Stenbolê. Hingî, Zahîr Kayan pê re ji bo rojnameya Welat peyivîbû û jê pirsîbû: ”Mamoste, gelo ev şanoya ha ku hûn dixwazin li vir bidin çêkirinê, dê bingeha xwe ji çi bigire? Di rastiya gelê me de çi bigire û çi bide xuyan?”

Mamoste Arsen jî welê  behsa nêrîna xwe ya hunerî û teatral dikir: ”Tu dizanî çi ye? … Bawer bikî ji me re welat çiqas lazim be tiyatro jî ewqas lazim e. Îro em bi tiyatroyê dikarin sifetê gelê xwe bidin kifşkirin, zimanê xwe bidin kifşkirin. Em bi tiyatroyê dikarin bibêjin ku em kî ne. Îro em gelekî dişewitin li ser welatê xwe, lê tiyatroya me hebûya me dê wê şewatê bida dilê temamiya mirovahiyê. Edebiyata me gelekî kevin e. Ez wiha dibînim gelek mînakên edebiyatê giş yê me ne, wan gelan ev nimûne giş ji me dizîne. Sirf mecela me tunebiye ku em bixebitin di vê dergehê de bi pêşbikevin. Lê ku îro tiyatro kete destê me em ê wisa bikin wan ji me çi biriye em ê wan bi paş ve bînin. Em ên wan naxwazin. Ew ên ku wan biriye bila bidine me, em tenê ji bo tiyatroya xwe dikarin wan bi paş ve bînin.”



Pêşengiya şanoya Kurdî dikir

Di Ansîklopediya Ermenistana Sovyetî de jî navê wî hebû û emegê wî dihat şekirandinê. Mamoste Arsen li Êrîvanê pêşengiya şanoya Kurdî dikir û piştgirî dida xebatên bi vî rengî. Di sala 1993’yan de li ser daxwaza Navenda Çanda Mezopotamya hate Stenbolê û perwerdeya pandomîmê da şanogerên Kurd. Polatov di sala 2001’ê de li Akademiya Kurdî ku wê demê li bajarê Duren a Elmanyayê bû û di navbera salên 2001 û 2002’yan de li bajarê Wuppartalê di Mala Çanda Baran de mamostetiya ş̧anoyê dikir û komeke şanoyê ya bi navê Teatra Baran perwerde dikir.

Di sala 2003’yan de bi vexwendina Şaredariya Batmanê tevlî 1. Mihrîcana Çand û Hunerê ya Batmanê bû û li wir bi dehan şanoger perwerde kirin. Ji wir jî derbasî Amedê bû û heman tişt li wir jî kir. Sala 2004’an derhêner Ozkan Kuçuk belgefilma ‘Mamoste Arsen’ çêkir ku bi pirranî dîmenên belgefilmê ji vê serdana wî ya Amedê pêk dihatin.

Mamosteyê dilnerm î mezin Arsen Polatov dema di sala 2004’an de li Yaroslavlê ji ber krîza dil ji vê dinê bar kir, li dû xwe bi hezaran şagirt, bi dehan salan ked û hêviyeke mezin ya bi şanoya Kurdî ve girêdayîye hişt.

Li Batmanê piştî mirina Mamoste Arsen, koma Teatra Koçber ji ber ku Arsen Polatov hin endamên komê perwerde kiribûn, navê xwe wekî Şanoya Arsen Polatov guherand.


Çavkanî

1- Kovara W, hejmar 35

2- Rojnameya Kurdistan Press, 22.12.1988

3- Rojnameya Welat, 10.16.1993

4- Belgefîlma Özkan Küçük ”Mamoste Arsen”


Ev nivîs di PoltikARTa 260 de derçû. Herçî bixwaze dikare bi tikandina lînka jêr xwe bigihîne vê dosyeyê ku li ser "Kurdî li ser dika şanoyê" bû:
https://issuu.com/ibrahim-bulak/docs/politikart_260

Bir cümlelik silah: Kürdistan sömürgedir

Foto: İbrahim Demirel 70’li yılların ikinci yarısında Kuzeyli Kürt örgütleri içinde sömürgecilik tartışmaları popülerdi. Ancak o günlerdeki ...