Unutulmaya yüz tutmuş bir Kürt yazar
- ‘Romanlarının Yaşar Kemal’inkinden aşağı kalır yanı yoktu. Kelimeler cümlelerinde adeta coşup kendinden geçiyordu. Bütün gül ve çiçekler onun kelimeleri karşısında dansa tutuşuyordu. O bir söz ustasıydı. Fakat yeterince tanınmadı. Romanları kısıtlı bir çevre arasında yayıldı. ‘
Seyit Alp, bir modern zaman dengbêji, söz ustası. Türkçe edebiyatın Seyit Alp’i, Kırşehir’deki Kürt öğrencilerin Seyit Hoca’sı.
Şimdiye kadar toplamda dört romanı yayımlanmış fakat iki de yayımlanmamış romanı var. İlk romanı Welat- Bir iskan türkücüsü, 1977 yılında (Komal yayınları) ikinci romanı Devran ise 1979 yılında (Aydınlık yayınları) okucuyla buluşuyor. Üçüncü romanı Dino ile Ceren 1981 yılında YAZKO Roman Özendirme Ödülünü alıyor ve aynı yıl kitabın YAZKO yayınları tarafından basımı yapılıyor. Son romanı Şawk ise ilk olarak 1993 yılında (Zagros yayınları), 2000 yılında ise tekrar (Doz yayınları) yayımlanıyor. Yayımlanmamış iki romanı ise Rohat Alakom’un Birnebûn dergisinin 20. sayısında geçen anlatımına göre ailesi tarafından kendisine veriliyor o da yayımlanması için İsveç’teki APEC yayınlarına teslim ediyor.
1945 yılında Ankara’ya bağlı Şereflikoçhisar’ın o zamanki ismiyle Kanlıkışla köyünde dünyaya gelen Seyit Alp 2000 yılında Ankara’da yaşamını yitirdi. 1970’li yılların başında Kırşehirde öğretmenlik yaptığı dönemlerde Kuzey Kürdistan’ın birçok ilinden öğrenci okumak için Kırşehir Öğretmen Lisesi’ne geliyor. Kırşehir gibi gericiliğin ve şovenizmin zinde olduğu bir yerde Kürt öğrencilerinin arkasında durup onlara kol kanat geriyor Seyit Alp. Her biri birer destan özelliği taşıyan romanlarındaki lirik anlatım ve Kurdî tat onu Türkçe edebiyatta da farklı bir yere oturttu. Yaşamı ve yazdıkları hakkında fazla kaynak bulunmayan Seyit Alp’i aynı zamanda onun bir öğrencisi olan Kürt yazar Receb Dildar’a sorduk. Dildar aynı zamanda onun Devran romanını 2006 yılında Kürtçeye çevirmişti.
Seyit Alp’ın ‘Dewran’ romanı Kürtçeye çevirmenizde belirleyici olan hususlar neydi?
Ben Seyit Hoca’nın öğrencisiyim. 1972 ve 1976 yılları arasında Amed, Mêrdîn, Dêrsim ve Semsûr gibi şehirlerden birçok kişi okumak için Kırşehir Yatılı Öğretmen Okuluna gelmişti, ben de onlardan biriydim. Seyit Alp o zaman öğretmenimizdi. Kendine güveni olan, haysiyetli ve başı dik bir insandı. Çok güzel şiir okurdu. Bizim üzerimizde büyük bir etkisi vardı. Sırf onun öğrencisi olmak için Kürt öğrenciler fen ve matematik bölümlerini bırakıp edebiyat bölümüne yöneldiler.
O yalnız edebiyatçı yönü olan bir insan değildi aynı zamanda eylemciydi de. O yıllarda bizi faşistlere karşı koruyordu. Her zaman arkamızdaydı. Bizim için çok iyi bir rol modeldi. Maalesef okulu bitirdikten sonra onula ilişkim koptu. Fakat doksanlı yıllarda romanları elime geçti. Çok değerliydiler ve edebi düzeyleri de oldukça yüksekti. Biliyordum ki o zamanki şartlardan dolayı Türkçe yazmak zorunda kalmıştı o yüzden Dewran’ı Kürtçeye çevirme işine koyuldum.
Seyit Alp |
Bir gün öğrendik ki Ankara’da vefat etmiş. Kürtçe yazmaya giriştikten sonra çeviri için ilk olarak Seyit Alp geldi aklıma. Ondan daha iyisini mi bulacaktım? Kürtçe çevirisini tamamladıktan sonra 2005 yılında basıma verdim. Fakat biliyorum gramer açısından Dewran’ın Kürtçe çevirisi birçok eksiklik barındırıyor. Umarım o değerli romanı bir kez daha gözden geçirir ve daha düzgün bir biçimde yayımlarım.
Seyit Alp’in romanları için Kurdî özelliği çok belirgin yorumları yapılıyor. Siz de Kürtçe’nin bir yazarı olarak bu yorumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdilerde birçok Kürt yazar Türkçe düşünüp Kürtçe yazıyor. Fakat Seyit Alp de durum tam tersiydi. Yazdığı alfabe Türkçeydi fakat cümleleri Kürtçe kokuyordu. İnsan anlıyordu ki Kürtçe düşünüp Türkçe yazmış. Lakin Türkçesi çok iyiydi. Edebi kavrama gücü de oldukça yüksekti. Cümlelerinden tandır ekmeğinin kokusu, derin vadi narlarının tadı ve Nemrut Dağının balı akıyordu. İnsan onun cümlelerini okuduğunda kendisini tanıyor ve hissediyor. Hangi toprağın üzerinde yürüdüğünü biliyordun. Evet romanlarında çok güzel bir Kurdî tat vardı.
Edebiyatçı Seyit Alp unutuldu gibi. Acaba unutulmasına sebeb eserlerinin edebi değeri mi yoksa başka nedenler mi var?
Türkiye gibi bir ülkede eğer sırtın sağlam değilse çabuk unutulursun. Böyle bir durumda Seyit Alp gibi bir insan mı unutulmayacak? Çünkü o hem Kürt hem de muhalifti. Romanlarının Yaşar Kemal’inkinden aşağı kalır tarafı yoktu. Kelimeler cümlelerinde adeta coşup kendinden geçiyordu. Bütün gül ve çiçekler onun kelimeleri karşısında dansa tutuşuyordu. O bir söz ustasıydı. Fakat yeterince tanınmadı. Romanları kısıtlı bir çevre arasında yayıldı. Bu sıkıntılı ve kasvetli zamanlarda unutulsa dahi Seyit Alp romanları Türkiye klasikleri arasında yerini alacak. Onu okuyan biri bir daha bırakamaz. Cümleleri bir anafor oluşturuyor ve siz o anaforda kayboluyorsunuz. Romanlarının fazla tanınmamasının bir sebebi de hiçbir kurumun ona sahip çıkmaması. Eğer iyi bir yayınevi kitaplarını yeniden basarsa büyük bir ilgi göreceğini düşünüyorum.
Sizce Seyit Alp ile diğer Türkçe yazan Kürt yazarlar arasındaki fark nedir?
Bana göre Seyit Alp’in farkı edebi ve sanatsal kavrama gücüydü. Seyit Alp’ın yazdıkları adeta bir sel gibi sizi önüne katıp götürüyor. Şiirin mi, romanın mı, destanın mı yoksa bir efsanen mi içinde olduğunu kestiremiyorsun. Edebiyat sözdür söz ise Seyit Alp de oldukça güçlü. İnsanı sarsıyor. İnsanı bir ata bindiriyor ova ve yaylalarda gezdirip bir dağ başında bir duru bir pınarın başında indiriyor. Farkı sanatı ve kalemidir. O taklit kimseyi taklit etmedi. Kendisi bir tarzdı, ekoldü.
Dengbêjlik geleneğinin sürdürücüsü
Şawk'ta anlatının şekillenmesinin yanı sıra aktarımında da dengbêjlik geleneğinin edebî araçlarının kullanılması söz konusudur. Bu noktada dengbêjlik anlatılarının sözsel biçimlenmesinde etkili olan dilin estetize edilişi, dramatizasyonun kullanımı gibi unsurlar, Şawk'ta da benzer biçimlerde görülür. Dilin estetize edilişi anlatının şiirselliğinde gözlemlenirken, dramatizasyon ile kolektif anlatımın anlatı kişilerinin anlatı aktarımına dahil edilmesi formunda karşılaşılır. Yapıtta anlatı nesnesinin aktarımını belirleyen özelliklerden geleneksel sözlü anlatımla kesişen noktalar dilin şiirselliği ve anlatımın anlatıcı ve anlatı kişileri aracılığıyla daimî bir ses olarak ifade edilmesidir.
(Ezgi Ulusoy Aranyosi’nin 'Türkçe Edebiyatta Kolektif Belleğin Yansımaları' konulu Yüksek Lisans Tezin’den)
Göç, iskan ve Kürt destanları
1968 kuşağından olan Seyit Alp ise romanlarında yeni yaşamı değil, göçü, iskanı ve geride kalmış yaşamı anlatmayı tercih etmektedir. Orta Anadolu bölgesine sürülmüş bir aileden gelen Seyit Alp, romanlarında bolca Kürt destanlarını da kullanmaktadır. İkinci romanı Devran bunu tipik bir örneğidir. Yazar, Devran’da çok eski bir Kürt destanı olan Xecê û Siyabend’deki tipleri ustaca başka alan ve tarihsel kesitlere götürmekte, onlara -kendine göre- yeni roller vermektedir. Yazar, konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: ‘’Destan geleneğini, biçim içeriğini yozlaştırmadan halkımca söylendiği, algılandığı gibi çağdaş kalıplara dökmeye çalışıyorum. ‘Destan etmek’ olayı, modern roman ölçüleriyle çelişiyor gibi görünüyorsa da, tek ve düz bir çizgide gibi görünen akışın evrensel yorumlamayla bozulmadan sürdürülebileceği kanısındayım.’’
(Mehmed Uzun- Kürt Edebiyatına Giriş kitabından)
Şavk, bir değişimin destanı
Seyit Alp, bu masalsı, şiirsel destanında, halkları birbirine kırdırmakla ünlü Osmanlı düzeninden bir kesit verirken insanı ve yaşamı ustalıkla edebiyatlaştırıyor. Bu edebiyatlaştırma; insanı güzelleyen bir sevdanın ekseninde dönerken, beyler düzeninin soysuzlaştırılmasını, erdem sunan keskin törelerin yozlaştırılmasını, adına sultan düzeni denilen sömürü ve zulüm ağının sinsi sinsi, yürekleri tutsak ede ede örülmesiyle gerçekleşiyor.
(Öner Yağcı, 1993 basımlı Şavk romanın önsözünden)
Klasik Yunan trajedilerine de benziyor
Ortadaki Seyit Alp |
‘Seyit Alp’in kitabına dün akşam başlamıştım. Elimden bırakamadım. Nasıl çoşkuyla okuyorum! Roman. Aynı zamanda şiir. Klasik Yunan trajedilerine de benziyor. Masal. Destan. Tarih. Söylence. Ağıt... Kişiler canlı, kurgu sürükleyici. Romanda doğa betimlemesini pek sevmem. Hele öyle uzayıp gidenlerini. Asturias’ta, Yaşar Kemal’de bile öyle sayfaları daha hızlı çevirdiğim olmuştur. Seyit Alp sevdirdi. Munzur suyunun kaynağını görmüştüm. Bir değil, bir sürü yerden kaynıyordu Munzur. Ve süt renginde. O dağa görünümünde insanı sarsan, kişiye yaşama hırsı aşılayan bir şey vardı. Seyit Alp’in kitabında da onu gördüm...’
(Cemal Süreyya, 1 Ocak 1986 Milliyet Sanat)
Dino ile Ceren bir destan
Dino ile Ceren, feodal ilişkiler içinde harman olup savrulan Doğu Anadolu yani Kürt insanının dramını tüm acıklı boyutlarıyla önünüze seriyor. Bu romanda, Hazal’da gördüğümüz din baskısının yerini ‘ağa baskısı’ alıyor. Bu romanın bir başka özelliği de, Doğu insanının çarpıcı gerçeklerinin bir türkü ve destan anlatımıyla verilmesidir. Sanatçı, romanını kurarken, şiir ve destan öğesinden bolca yararlanıyor. Bu nedenle Dino ile Ceren’e bir roman değil, bir Doğu türküsü, şiiri ya da destanı demek daha doğru belki. Şimdiye dek, folklorik öğenin bu denli başarılı biçimde romana sokulduğunu sanmıyorum. Ahmed Arif’in ve Enver Gökçe’nin şiirde yaptığını, Seyit Alp romanda yapıyor.
Kürtler bu ismi unutmasın
Unutulmaya yüz tutmuş bir yazar var Türkçe yazdığı için, adı Seyit Alp. Eserlerinde kahramanlarının iç dünyası çok güçlü ve eğer bir gün Türkçe’ye dönersem onun eserlerini çevirmek isterim. Yalnız Kürtler bu ismi unutmasın! Bu yazar bana göre yeniden keşfedilmeli.
(Dr. Joanna Bochenska, Yeni Özgür Politika Kürtçe sayfasında çıkan 20 Ocak 2017 tarihli söyleşiden)
Müthiş bir edebiyat
Anadolu’daki edebiyatın mutlaka Bîrnebûn sayfalarına yansıması gerekir ki bu arada mutlaka Seyit Alp’in (ki romanlarında müthiş bir edebiyat zenginliği vardır ve Şavk romanında Ararat’tan Anadolu’ya göç eden bir aşiret ya da köy ahalisi müthiş bir dille anlatılır) adını özellikle anmak gerekiyor.
(Bîrnebûn dergisinin 34. sayısından)
Şawk romanından pasajlar...
Osmanlı sizin kaşınıza, gözünüze vurgun olmasa gerek. Peki, ne diye kondursun. Ağıllar dolusu saman versin Araratlıya? Vereceğiniz bir kaç kuruşa mı bakar koca Dağıstan Bey… O ki, deryadır, sizin vereceğiniz bu deryada bir damla. Öyle varlıklı, zengindir. Yok oğul, onun derdi bizledir. Devenizi almadan çul vermez. Deve olmadan çulu ne edersen… ne işe yarar ki? Sizi Türkmenlerin arasına yerleştirip güvenliğini berkitir. İlerde Kürtle. Türkmeni vuruşturup keyfetmek ister. Niyeti budur oğul. Töremizde kin yoktu. Osmanlı’ya borçluyuz bunu. Ilgımlı, okunmuş bey hançerini gömdük toprağa. Altın hançer ne zaman paslanırsa, kinimizden vazgeçeriz. Bir de sizinle uğraşmayalım oğul. Kim ki, Osmanlı’nın dostuysa, bizim düşmanımızdır.
(Şawk, Zagros yayınları 1993, Sayfa 36)
* * *
Koçerler göğün yıldızıdırlar. Bu dünya da göktür. Durmadan dağılıp toplanırlar. Eşleşmiş yıldızlar birlikte yanıp sönerler, ağız ağıza doğar batarlar. Birlikte gider gelirler. Bunlar sevdalı koçerlere benzeşti. Biz de onlara. Yerin, göğün anlamı, şenliğidir sevda. Kim bulmuşsa bin aferin. Gözümü doğunun parlak yıldızına tutmuş, yüreğimi onunla eşleştirmiştim. Doğunun parlak yıldızı, Ararat’ın yiğidi gibidir. Dünya ıssıza vardı mı, çıkar. Geceler uyumayan, karanlıkta işi, gücü olana benzer. Demişim ki, keşki o yıldızın yerine olaydım, gecenin has, ayağı çabuk yiğidini kimseler görmeden göreydim. Işığımla geçtiği yolu aydınlataydım. İşte bahtıma yalvarıp aynen böyle, demişim. Avradımız dedikoduyu pek sevmez ama siz buna dolanırsınız. Meramınız beni kötülüğe konuşturmaktadır.
(Sayfa 66-67)
* * *
Dünyayı avaza verdi. Vefalı Kürt gelinlerini çaldı… Zorla ırzına geçilen, düşman gittikten sonra ar namus edip kendilerini uçurumlara fırlatan. Övdü onları. Kevok duysun istiyordu. Yoksulluğa sebep aradı. Yoksulluğu, halkın yoksulluğundan çıkarlananları lanetledi. İlendi uzun uzun. Bu dünyanın işine akıl erdirememişti daha. Ararat’ta kötü olan burada iyi, iyi olan kötü oldu. Kaypak, dönerli. Özü batak bir dünya. Özü bombok, inmeli, çıkmalı ayak uydurulamaz dönek dünya. Ne bizim, ne değil bilinmiyordu. (Sayfa 111)
* * *
Memdız’ın gelişi düğün dernek oldu Zin’e. Ne etsin, bilemedi. Boş yere koşuşturup durdu ortalıkta. Bir güldü, bir ağladı. Gözüyle gördüğüne inanmıyordu. Gaybın. Özlemlenmiş özünün bir oyunuydu kendine. Uykuda gördüğü yanılıp gerçek sandığı bir surat, düştü Memdız. Üstünü yokladı, üstünde el dolaştırdı. Git gel çakılıp kaldı yüzüne. Dura dura anladı ki. bu Memdız’ın ta kendisidir. Şavkla doldu özü. Eline mendil alıp halaya kalkmadığı kaldı…şeksiz şüphesiz kalkardı. Öylesine büyüktü sevinci. (Sayfa 153)
Bu yazı 27 Aralık 2017 tarihinde Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlandı
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen