Şêx Selahattin ve Şimali Kürdistan Cemiyeti (ŞKC)
Şimali Kürdistan Cemiyeti, gerçekleşmeden dağılan bir Kürt örgütüdür. Başında Şeyh Said’in oğlu Selahattin Fırat’ın olduğu bu örgüt Ağrı İsyanı sürerken büyük bir operasyon yemiş ve yakalanlar idamla yargılanmıştır.
1925 Kürt Hareketi ve önderliğini sonradan Xoybûn örgütünün devraldığı 1930’da doruğa ulaşan Ağrı dağı merkezli başkaldırı arasında direkt olmasa da bir ilişki vardır. Bu yazıda bu iki hareket arasında tabiriz caizse ölü doğum yapan bir Kürt örgütünden bahsedilecektir. Aynı zamanda bu ölü doğum yapan örgütün Azadî (1) ile olan bağından da kısaca söz edilecektir. Yine aynı örgütle beraber dönemin Türk basının 'Şeyh Saiti’in oğlu’, dış basının ise '1930’daki Kürt hareketin başı' olarak tanıttığı Selahattin Fırat, Kürtler arasında bilinen adıyla Şeyh Selahattin’in siyasi açıdan yaşamına dair bazı dönemler ele alınacaktır.
Şêx Selahattin’in yakalanması
Şêx Selahattin, Şêx Said’in üç eşinden biri olan Emine Hanım’dan olma 11 çocuğundan biridir. Miladi takvime göre 1908 (2) yılında Erzurum'un Xınıs ilçesinde dünyaya gelir. 1925 Kürt Hareketi’nde yer alır ve hareket başarısız olunca ağabeyi Şeyh Ali Rıza ve yaklaşık 300 kişilik bir grupla birlikte İran’a geçerler. Daha sonra Şêx Selahattin ve kendisine bağlı gruplar o dönem İngiliz mandası olan Irak’a giderler. Şêx Selahattin Irak’ta kaldığı süre içerisinde Bağdat Harp Akademisi’nde öğrenim görür ve ikinci sınıftan başladığı eğitimini tamamlar. Türkiye’ye geri dönüşünün hikayesini kendisi mahkemede şöyle anlatıyor: ''Talat Ziya B. vasıtasile hükûmeti Cumhuriyetimize arzı sadakat ettim. Aftan istifade ediyordum. 29 kânunusanide İbrahim Tali Beyden bir mektup aldım: Ne vakit Türkiye’ye gelirsen serbestsin! Diyordu. Pasaportumu konsolosaneden Talat Ziya B. aldı; onu alarak geldim.'' (18 Haziran 1930 Cumhuriyet)
Mahkemedeki anlatımlarından anlıyoruz ki önce Halep’e sonra Mardin’e ordan da Diyarbakır’a gelir. Polis nezaretinde Anadolu oteliden misafir kalır ve oradan Erzurum’a geçer. Memlekete döner dönmez evlenir.
18 Haziran 1930 Cumhuriyet |
Şêx Selahattin’in Kürt toplumu içerisindeki konumunu anlamak açısından Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Ahmed’in röportajında verdiği bilgi oldukça dikkat çekicidir. 1930’lu yılların başında üniversite okumak için Bağdat’a giden İbrahim Ehmed burada Komeley Lawanî Kurd (Kürt Gençlik Derneği) çalışmalarında yer alır. Bağdat’raki derneğin duvarında Şêx Said ve onun oğlu Selahattin’in resimlerinin asılı olduğundan bahseder. (Kurdistanpress 89, 1991) İbrahim Ahmed’in bu sözü üzerine, 1929 tarihinde çıkarılan Kabahatlerin Affı kanunu (Resmî Gazete 8 Haziran 1929) ile Türkiye’ye geri dönen Şêx Selahattin’in Irak’taki Kürtler arasında da önemli bir figür olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Şêx Selahattin’in kendisi de geri dönüş yapana kadar Bağdat’ta kalıyordu bunun yanında Şêx Said’in oğlu olması hasebiye toplum nezdinde hatırlı sayılır bir itibarının olması da doğaldı.
Şimali Kürdistan Cemiyeti
1929 yılında Ağrı’da Türk devleti ile Kürt savaşçılar arasında çetin bir mücadele sürerken Şêx Selahattin’le beraber 8 kişi tutuklanır. Cumhuriyet gazetesinde yakalanma haberleri şu biçimde servis edilir:
''Ahaliyi arkalarından sürükliyebileceklerini tahayyül eden bu gafiller, faaliyete on dört mühür yaptırmak suretile başlıyorlar. Bu mühürlerin yedisi müdevver ve diğer yedisi müstakil şeklindedir. Müdevverlerde şu ibare vardır: ''Şimalî Kürdistan Cemiyeti'' bu yazının ortasında hançer tutan bir el resmi vardır. '' (26 Mayıs 1930 Cumhuriyet)
Sadi Ağa’nın hikâyesi
Şêx Selahattin ve arkadaşları ''Müstakil Kürdistan teşkil etmek'' amacıyla kurulan bu örgütten idamla yargılanırlar. Örgütün kısaltılmışı ŞKC, devlet kayıtlarındaki adı da Şimali Kürdistan Cemiyeti’dir. ŞKC’nin öyküsü oldukça dikkat çekicidir. 1929 yılında af düzenlemesi ile geri dönenleri, devlet rahat bırakmaz. Zira Ağrı Ayaklanması başlamıştır. Afla geri dönenlerin bir kısmı 1929 yılında bahsettiğimiz ŞKC’yi kurmaktan tutuklanarak Ankara’ya gönderilirler. Tutuklananlar arasında Ahmet Bey (Sever), Şêx Selahattin (Fırat), Sadi Ağa, Erzurum merkezli köylerinden Hılbaşılı Memduh, Laz mühürcü Mustafa gibi isimler vardır vardır. Xoybûn Beyannamesi ve mühür Sadi Ağa’da yakalanır.
Ahmet Sever, Şimali Kürdistan Cemiyeti Davası’nı şöyle anlatıyor:
''1930 baharında ben, Şeyh Selahattin, Sadi Bey, Erzurum merkez köylerinden Hılbaşılı Menduh, Laz mühürcü Mustafa tutuklanarak, Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderildik. Üzerinde Arapça harflerle ŞKC (Şimali Kürdistan Cemiyeti) (3) yazan mühür yakalandı.''
'Asın bu iti!’
Tahsin Sever’in anlatımına göre Şimali Kürdistan Cemiyeti davasından yargılananlardan Sadi Ağa’nın hikâyesi oldukça trajiktir. Şêx Selahattin’in 12 yıl 6 ay ceza aldığı davada Sadi Ağa da hapis cezası alır (4). Sadi Ağa, 1930’dan 1942 yılına kadar sırasıyla Ankara, Erzurum ve Sivas cezaevlerinde kalır. 1942 yılında İsmet İnönü Sivas’a gelir ve şehir ziyareti esnasında cezaevinde incelemeler de bulunur. O esnada Sadi Ağa’nın üzerinde Kürt giysileri bulunmaktadır. Kıyafetleri İsmet İnönü’nün dikkatini çeker, İnönü yanındakilere ''kim'' olduğunu sorar ve kimliğini öğrendikten sonra görevlilere ''Asın bu iti!'' diye talimat verir. Böylece Sadi Ağa, 16 Haziran 1942 günü Sivas’ta idam edilir. Sadi Ağa aynı zamanda idam edilen son siyasi Kürt olur. (1925 Hareketi-Azadî Cemiyeti, Tahsin Sever, Nûbihar yayınları, İkinci Baskı 2018)
Şimali Kürdistan Cemiyeti’ni reddeder
Türk basınında 'Şeyh Said’in oğlu’ sıfatıyla aynı zamanda Xoybûn’la ilişkili olarak adı sıkça geçer. Mahkemesinin neredeyse tüm safhaları basında kendine yer bulur. Hatta dış basında bile 'Şeyh Said’in oğlu' olması sebebiyle ona 'doğal bir önderlik' misyonu biçilir ve 'Ağrı’daki harekatın başı' olarak gazetelerde adı geçer. Fakat kendisi basına yansıyan mahkeme kayıtlarına göre hiçbir biçimde Xoybûn’la ilişkili olduğunu kabul etmez ve ŞKC’nin Şimali Kürdistan Cemiyeti olduğu iddialarını da red eder.
Şêx Selahattin’in 17 Haziran 1930 tarihinde yapılan mahkemesinde de mühürlere ilişkin şu bilgiler verilir:
''Mühürlerdeki rümuz halledilemiyor
Salâhattin Erzurum’da cemiyeti teşkil ederken gerek cemiyet merkezinin gerekse şubelerinin mühürlerini yaptırmıştır. Bu mühürlerdeki yazılar Kürtçedir ve Erzurum’da ehli hibre tarafından tercüme edilmiştir. Ehli hibrenin tercümesine nazaran:
Hogiri-Muhipler ve evina-Birlik
Azadegân-Kurtarmak demektir.
Mühürlerdeki (Ş.K.C) rumuzlarını ehli hibre tercüme edememiştir. Keza hançerle elin delâlet etttiği manayı da tayin edememiştir. Ehli hibre mühürlerde hançerle elin üstünde bulunan güneş işaretini de tefsir edememiştir.
Meğer şubeler de hazırlanmış!
Mühürlerin birinde ‘’Heçik tuevi’’ tabiri ‘’Merkezi umumi’’ manasına gelmektedir. Diğerlerindeki ‘’kumi’’ kelimesi şube olarak tercüme edilmiş ve ‘’kumi yekum’’ birinci şube, ‘’kumi dum’’ ikinci şube, ‘’kumi seyum’’ üçüncü şube, çarum, pencum, sitünum da dördüncü, beşinci, altıncı şube olarak tercüme olunmuştur.
Ehli hibre raporunda mühürlerdeki yazıların bu havali Kürtçesile değil fakat Hakâri Kürtlerinin lisanile yazıldığını, bu havalinin bu lisanı anlıyamacağını tasrih etmiştir. Ehli hibreyi teşkil eden kimseler şunlardır:
Erzurum’da Muratpaşa mahallesinde 37 yaşlarında rençper Yusuf oğlu Yaşar, Yukarı Hasan Basri mahallesinde mukim Tayyar Kümer kariyeli tüccardan Hacı Abdurrahim nezdinde kâtip 43 yaşlarında Hüseyin oğlu Rahim’’ (Cumhuriyet, 18 Haziran 1930)
Ele geçirilen dokümanlar
Görüldüğü üzere mühürde ŞKC’nin Şimali Kürdistan Cemiyeti olduğuna dair bir ibare yoktur. Fakat örgüt nizamına uygun olacak tarzda bir bütünlüğün ve bunun yanında da örgütsel sembollerin olduğunu söylemek mümkündür. Şêx Selahattin mahkemelerdeki ifadelerinde ise ŞKC’nin 'Şark Gençlik Cumhuriyeti' olduğunu söylemiş ve cemiyetinde siyasal değil sosyal bir cemiyet olduğunu savunmuştur. Şêx Selahattin’nin ŞKC’ye ve ele geçirilen dokümanlarına ilişkin savunması şu biçimdedir:
''Hançer taassubun rümuzudur. Memleketimizde taassup vardır. Hançer bu taassubu kıracağımıza delâet eder. Mühür de şın, kaf, cım harfleri de görülüyordu; Salâhattin (şın) harfinin (Şark), (Kaf) harfinin (genç), (cım) harfinin Cumhuriyet demek olduğunu, bu şeklin (Şark) gençlik Cumhuriyet cemiyeti) ni ifade ettiğini söyledi.
Bu arada mühürlerde Kürtçe ibarenin de) memlekette kürtçe konuşanlar çok olduğu için onların okumasını temin için yazıldığını söyledi.
Cemiyet, ilmi, içtimai bir gençlik cemiyetidir, dedi; milletin Cumhuriyete göre gözünü açmak istiyorduk!’’
Hakimin ’Hupyan Cemiyeti şimalî kürdistanı istihdaf ediyormuş sorusuna’ ise Şêx Selahattin ‘’Bilmiyorum; şimalî kürdistan nerelere diyorlar, onu da bilmiyorum. İfade yanlış yazılmıştır.’’ biçiminde cevap verir.
Mahkeme reisi ile Şêx Selahattin arasında geçen başka bir diyalog da şöyle
''-Mühürlerde ‘’Azade’’ kelimesi var, ne demektir?
-Azade demek, hür demektir. Azadegân ise hürler demektir. Bütün Türkler hürdür dedi.
-Evvelce müstakil Kürdistan manasına geldiğini söylemiştin.
-Haşa biz Kürtler zaten müstakiliz’’ (Cumhuriyet, 18 Haziran 1930)
Şêx Selahattin ile beraber yargılananlardan biri de babası ‘Şapka hadisesi’nden dolayı öldürülen Memduh Bey ve Eski Beyazit Mebusu Şevket Efendi. Şevket Efendi cemiyetin Beyazıt şubesi reisi suçlaması ile yargılanır ve dava sonunda beraat eder. Sonrasında da tutuklamalar devam eder ve tutuklananlar Elazığ ve Muş’tan Ankara’ya getirilirler.
Xoybûnla ilişkisi
6 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesi Ahmet Sever’in anlatımlarında bahsettiği beyanname ve ŞKC’nin Xoybûn’la ilişkileri hakkında şu bilgileri verir:
''Şark vilayetlerinde ''Şimali Kürdistan Cemiyeti'' namile gizli bir cemiyet teşkil etmekle maznun olarak Ankara Ağırceza mahkemesinden muhakemeleri cereyan eden Şeyh Said’in oğlu Salâhattin ve rüfekasının davasına 8 temmuzda devam edilecektir. Bu muhakeme celsesinde, Erzurum’dan davaları Ankara’ya nakledilen diğer mazmunların da bulunması kuvvetle muhtemeldir.
Maznunlar
Erzurum’dan gelecek maznunlar şunlardır:
Çabakçorun Azizan köyünden Talha oğlu Sadi ve arkadaşları Çaran, Şevki, Ömer, Ahmet oğlu Halit. Bunlar 17 haziranda Erzurum’dan yola çıkarılmışlardır. Bunlara ait dava dosyası Ankara mahkemesine gelmiş bulunuyor. Maznunların da bugünlerde İstanbul tarikile Ankara’ya gönderilmelerine intizar edilmektedir.
Muş mahkemesinde
Erzurum’dan davaları nakledilen maznunlar ''Hobyan'' cemiyeti ile alâkadar kimselerdir. Muş mahkemesinde de ayni mevzu ile alâkadar bir dava rüyet edilmektedir. Bu davanın da Ankara’ya nakline mezkûr mahkemece karar verileceği zannolunmaktadır.
Hobyan cemiyetinin beyannamesi
Son celsede olduğu gibi bundan sonraki celselerinin de hafi cereyan edeceği anlaşılan Ankara muhakemesinde çok dikkate şayan hakikatlerin meydana çıkacağı muhakkaktır. Elde bulunan '''Hobyan'' cemiyetinin bir beyannamesini münderecatı ile Ağrıdağı hadisesi arasında manalı bir rabıta görülmektedir. Filvaki bu beyannamede Hobyan cemiyeti yakında (!) dağlardan inecek, ihtllâl müfrezelerine muavenet tavsiye etmektedir.
Şeyh Said’in oğlu Salâhattin’in teşkiline teşebbüs ettiği cemiyetin ise bu Hobyan cemiyetinin bir istihalesi olduğu zannedilmektedir. Zaten mevcut malûmata göre Salâhattin’in Irak’tan memleketine dönerken Halep’te Cemil Paşazadeler ve Refih Halit’le görüşmüş, onlardan bazı kimselere mektuplar getirmiştir.’’
Yukarıda geçen haberde 'bir gece ansızın İsmet İnönü’nün emriyle idam eilen Sadi Ağa’nın da adı geçiyor. Haberden anlaşıldığı kadarıyla Sadi Ağa sonrasında Erzurum’da Şimali Kürdistan Cemiyeti davasından tutuklanıp Ankara’ya getirilir. Mahkeme heyeti ŞKC’yi Hobyan dediği Xoybûn örgütünün 'istihalesi' yani biçim değiştirmiş bir hâli olarak görülür.
Üç buçuk Kürde istiklâl!
Ağrı’da savaş sürerken Türk medyası da savaş cephesindeki yerini alır! 8 Temmuz 1930 tarihli Vakit gazetesinin manşeti oldukça dikkat çekicidir 'Üç buçuk Kürde istiklâl!…''
Ankara’da devam eden Selahattin’in mahkemesine istinaden söylenen bu tahkir edici manşetin haberi şöyle:
Ankara, 7 (Telefon) - Ağrıdağı hadisesi etrafındaki tahkikat ve görüşler hadisenin senelerden beri hariçte yapılmış bazı gizli ve siyasi teşebbüslerin neticesi olduğunu meydana çıkarmaktadır.
Halepte doktor Şükrü isminde birisinin idare ettiği ve Kürdistan istiklâline matuf olarak kurulmuş (Hubyan) cemiyeti bu hazırlanışın temelini teşkil etmektedir.
Bu cemiyetin Halepteki umumî merkezine bağlı olarak Şarkta bir iki şubesi ve bu şubelerin de üç beş azası bulunduğu anlaşılmaktadır, Maslup Şeyh Saidin oğlu Salâhattinin teşkiline çalıştığı (Şimalî Kürdistan cemiyeti)ni bu şubelere istinat ettirmek fikrinde bulunduğu tesbit olunmuştur.
Esasen Salâhattinin Halepte Şükrü ile görüşmesi de buna müstenit bulunmaktadır.
Netekim Erzurumda da gizli cemiyet teşkilinde maznun bulunan daha beş kişinin Ankara ağır ceza mahkemesinde şimalî Kürdistan cemiyetçilerle birlikte muhakemeleri bu noktadandır. Bunların evrakı gelmiş, fakat kendileri henüz getirilmemiştir. Bu itibarle yarınki muhakemenin talik olunması muhtemeldir.
Ayrıca Muşta da böyle gizli bir cemiyet teşklilinden maznun bazı mevkuflar vardır ki oradaki tahkikat, mensuplarının (Hubyan) azası olduklarını göstermiştir. Bunlar gizli cemiyet teşkilinden başka beyanname dağıtmak cürmünden de maznundurlar. Bu davanın da burada tevhidi gün meselesidir.
Şu vaziyet ve biilhassa Muşta elde edilen beyannameler münderecatı Ağrı dağı hadisesinin hazırlık devresinin ve siyasi mahiyetini tebarüz ettirmektedir. Halepte basılıp Muşa şemsiye içinde getirilen bu beyannamelerde halk soygunculuğa, itaatsizliğe, dağlara çekilerek çeteler teşkiline davet olunmakta ve hariçteki teşkilâttan da muavenet görecekleri temin olunmaktadır.
Ağrı dağında yani Araratta huduttan ve hariçten başlayan hadisenin beyennameler muhtevatını ne kadar teyit ettiği aşikârdır. Ancak bu davete ve tazyiklere rağmen dahilden uyanlar çok olmamıştır. Bunda halkın basireti, hükûmetin kat’i tedbirleri müessir olmuştur.
Geçen sene son baharında İngiliz casusu Lavrensin cenup hududumuza gelmiş olduğu hakkında Avrupa gazetelerinde intişar eden rivayetlerin de doğru olduğu anlaşılmaktadır. Bu gelişin bir davet neticesi olması da muhtemel görülüyor.
İngiliz kumandanının tevassutu ile meccanen Irak harbiye mektebinde okuyan Salahattinin, babasının ismine dayanarak ayni yolda yürümeğe çalışmasına ümit bağlayanların hariçte az olmadığı zannolunmaktadır.
Bütün bu ümitlerin kürtlerle ermenilerden müteşşekkil muhtelit bir devlet teşkiline matuf olduğu da hadisenin başlangıç noktasile ve siyasî emellerle tezahür etmektedir.
Şark vilâyetlerimizdeki Türk nüfusunun kesafeti arasında kalmış üç buçuk Kürde istiklâl vermek hayaline kapılanların kimler olduğu zamanla anlaşılacaktır.
Kuvvetlerimizin tenkil ameliyesi şiddetle devam etmektedir. Hükûmetin yakında bir tebliğ neşri bekleniyor.’’
Görüldüğü üzere içinde değerlendirilmesi gereken birçok öğe barındıran bu haberde Xoybûn’u 'Kürdistan istiklâline matuf olarak kurulmuş cemiyet’, ’Şimali Kürdistan Cemiyeti’ de ona bağlı şubelerle ilişkili bir yapı olarak yansıtılır.
Mısır gazetesinde Şêx Selahattin
21 Temmuz 1930 tarihli Vakit gazetesi Kahire’de çıkan El-Ahram gazetesine dayandırdığı haberinde içinde Şêx Selahattin’in de geçtiği birçok Kürt şahsiyetinden bahseder. 'Kürt isyanı nerede kararlaşmış?’ başlığı ile verilen haberin içeriği şöyle:
''Kahirede çıkan El-Ahram gazetesi 9 Temmuz tarihli nushasında Kürt isyanı hakkında şu malûmatı veriyor:
Son zamanlarda Kürt isyanı ehemmiyet kesbetti. Bu hareket Şeyh Sait oğlu Selâhattinin, babasının intikamını almak için hazırladığı bir hareket değil, bu bilkâkis yabancı bir milletin kuvvetine istinat edden bir kıyamdır.
Kürtler geçen sene Musulda bir kongre aktederek, kürt ekseriyetile meskûn yerlerde ihtilâlcuyane propagandalar yapmağa ve müsellâh çeteler teşkil etmeğe karar vermişlerdi. Bu müsellâh çeteler hudutta uğraşacak, içerdeki kürtler bunlara iltihak edeceklerdi.
Musul kongresinde verilen kararlardan biri Türk hududuna İran tarafından tecavüz idi, onun için kürtler ve onlarla birlikte çalışanlar birer birer iran hududuna hareket ettiler. Çerkes Ethem, Şeyh Saidin oğlu Esat, şeyh Abdullah vesair kürt reisleri Selmas dağlarına hareket etmişlerdi. İsmail ağa Semiko da budağda bulunuyordu. Hariçten gelen silâh buraya gönderiliyor ve tevzi ediliyordu. Türkiyeye girmekten memnu olanlarla Türkiye adliyesi tarafından takip edilenler bunlarla beraberdi.
Türkiye hükûmetinin Selâhattin ile arkadaşlarını hareketini akamete uğrattıkdan sonra kürtler Hizaranda iran hududu dahilinde olan Hoy şehrinde bir içtima aktederek buradan çete çete ayrılmışlardı.
Bunu müteakik Türk tebliği resmîlerinin haber verdiği hadiseler vuku bulmuştur.’’
Haberden anlaşıldığı kadarıyla Ağrı İsyanı başlarda yabancı basında Şêx Selahattin’in 'Babasının intikamını almak için hazırladığı bir hareket' olarak görülmüş. Yine Mısır gazetesi Ağrı İsyanı’nı 'Selâhattin ile arkadaşlarının hareketi' olarak yansıtmış. 'Şimalî Kürdistan Cemiyeti’ni Türk basının Ağrı ile ilişkilendirerek abartılı bir dille servis etmesine üzerine böyle bir kanaate gitmiş olmaları olasıdır.
Cumhuriyet haberi çarpıtır
Aynı habere Cumhuriyet gazetesi de bir gün sonra 'Musul’da kongre aktetmişler’ başlığıyla yer verir. (22 Temmuz 1930 Cumhuriyet) Bu kez ismi belirtilmeyen Mısır’daki bir gazeteye dayandırarak Şêx Selahattin ile ilgili kısmı biraz çarpıtılmış bir biçimde verilir:
''Bir Kahire gazetesinin yazdığına göre Kürt’ler geçen sene Musul’da bir kongre aktederek Kürt kıyamını hazırlamak için büyük bir kongre aktederek Kürt kıyamını hazırlamak için büyük bir propaganda yapmağa ve muhtelif çeteler teşkil etmeğe karar vermişler. Huduudumuzdan girecek çetelere yerli Kürt’lerin de derhal iltihakı da mukarrermiş. Tecavüzlerin İran’da tertip edilmesi ve o huduttan başlaması kararile Çerkes Ethem, Şeyh Sait’in oğlu Salâhattin, Şeyh Aptullah’la diğer reisler o zaman Selmas dağlarına hareket etmişlerdir. İsmail Ağa Semiko da burada imiş. Adlî takibatımızdan savuşanlarla bunlarla birlik olmuştur. Şey Sait’in oğlu yakalanınca Kürt’ler haziranda İran’ın Hoy şehrinde toplanarak taaruza geçmişler.
Kürt kıyamının yabancı bir millet yardımile vaki olduğunun muhakkak bulunduğunu Mısır gazetesi ilâve etmektedir.’’ (22 Temmuz 1930 Cumhuriyet)
Vakit gazetesindeki haberde Selahattin’in Selmas dağlarında olduğundan söz edilmezken Cumhuriyet gazetesi o kısma onun adını da eklemiş.
Yargılama esnasında çekilmiş bir fotoğrafı |
Yunan gazetesinde Şêx Selahattin
Türk gazeteleri zaman zaman yabancı basında Ağrı ile ilgili gelişmeleri nasıl gördüklerine dair haberler servis eder. 'Bir Yunan gazetesi Şark isyanının sebepleri hakkında ne diyor’ (Vakit 28 Temmuz 1930 Sayfa 4) başlıklı haberde şu ifadelere yer verilir:''Şarkta baş gösteren ve yakında kökünden sökülüp atılacağı muhakkak olan Kürt kıyamı hakkında muhtelif matbuatın ne gibi neşriyatta bulunduğunu öğrenmek faydadan hali değildir. Gazetemiz bu maksatla bu mesele etrafında yapılan neşriyatı dikkatle takip etmektedir.
Bu meydanda bir Yunan gazetesinin mütaleatını okuyucularımıza bildirmeği faydalı bulduk.
Proiya gazetesi diyor ki: ''Kürt İsyanı Şeyh Sait hareketinin bıraktığı intikamdan doğmuştur. 1925 senesi isyanının reisi Şeyh Sait idi. Bugünkü hareketin başında da onun oğlunu görüyoruz. Hatırlardadır ki, bundan dört beş ay evvel, Türk matbuatında meşhur İngiliz casusu Lavrensin İran hudutlarıda bulunduğu haberinin tekzibi intişar etmiştir.
Cihanı hayretlere garkeden, Arabistan meselesini halleden, Ingiltere için Hindistan hudutlarında emin bir komşu olmıyan Efgan gailesini çok mahirane bir tarzda ve bir hamlede koparıp atan bu Lavrens, İngliterenin siyasî kudret ve kuvvetine tefevvuk ettiğini efalile ispat ettti.
İşte bu meşhur casusun şarkta olduğu haberi, yalan değil, gerçekti. Lavrens o zaman Kürt isyanının tohumlarını ekmekle meşguldü.
Lavrens umumî harpte İngilterede umumî karargâhta vazife almıştı, Bu sıralarda İngilterenin aciz gösterdiği bir çok işlerde kendisi muvaffak oldu.
Elyevm İngilterede iktidar mevkiinde bulunan amele fırkası anlaşılan ispiyonluk tertibatından vazgeçmemiş ve Lavrensi bu sefer de Kürdistan işine memur etmiştir.
Kürt isyanı, bugün nüksetmiştir.
Fakat bu harekâtın mahiyeti ve istihdaf ettiği nokta nedir?
Para, mühimmat, asi kuvvetlerini adre etmek gibi mühim ihtiyaçlar acaba nasıl temin edilmiştir?
Hafi değildir ki ingilterenin şarkî Anadoluda gizli emelleri vardır.
Şeyh Saidin oğlu Salâhaddin, Lavrensin tavsiyesile 1925 senesinden sonra İngilizlerin sehabet ve himayesine mazhar olmuştur. Bu nokta, haddızatında çok şeyler ifade edecek derecede mühimdir.
Görülüyor ki 1925 isyanından sonra İngiltere ümidini kesmemiş ve yeni esaslar kurarak programına devam etmiştir.
Yukarıda, bu sefer başlıyan isyanın, bir intikam eseri olduğunu zikretmiştik.
Kürt asilerin Türklerden almağa muvaffak oldukları bazı esirleri derhal bıçaktan geçirmeleri, tahminimizi teyit eylemektedir.’’
Çeviri yazının devamında İngiltere’nin rolüne ilişkin tez ve denklemlere yer verilmiş. Savaşta basının tarafgir tutumu sebebiyle çevirede tahrifatlar yapılabileceği ihtimalini de göz önünde bulundurarak Şêx Selahattin ile ilgili bölümününün dikkat çekici olduğunu söyleyebiliriz. Yunan gazetesi, 1925 isyanında Şêx Said’in öncü rolüne atıfta bulunarak Ağrı’daki 'hareketin başında’ da onun oğlu yani Şêx Selahattin’in olduğunu idda eder.
Sivas toplama kampında. Ayakta ortada duran Şeyh Selahattin |
Sivas’taki toplama kampına götürülür
Şêx Selahattin Şimali Kürdistan Cemiyeti davasından yargılanır ve 10 Mart 1930’da dönemin ceza kanunun 171. maddesi uyarınca 15 yıl ile cezalandırılır. 21 yaşını bitirmediğinden cezası 12 sene 6 aya düşürülür. (11 Mart 1931 Cumhuriyet)
Şêx Selahattin Şimali Kurdistan Cemiyeti’nden dolayı yıllarca hapis yatar. Cezaevinden çıktıktan sonra Mecburî İskân Kanunu’na nedeniyle Kırklareli’nin Vize ilçesinin Sergen bucağında sürgün olan ailesinin yanında gider. 1947’de Mecburî İskân Kanunu iptal olunca 13 yıllık zorunlu iskandan sonra Şêx Said ailesinin efradı Erzurum’a döner.
Şêx Selahattin, Fırat olan soyadını 1950’de değiştirip Saitoğlu yapar fakat 1960 Darbesi’nden sonra savcının başvurusuyla mahkeme bu değişikliği iptal eder. Yine 1960 Darbesi’nden sonra ağabeyi Ali Rıza Efendi ile birlikte birçok Kürt önde geleni ile beraber Sivas’taki toplama kampına götürülür.
Şeyh Selahattin ve Necmettin Erbakan |
Erbakan’ı destekler
Ağabeyi Şêx Ali Rıza Fırat’ın 1972 yılında ölümü üzerine Nakşibendiliğin bir kolu olan Palevi tarikatının lideri olur. 1970’li yılların başında Necmettin Erbakan’ın başkanı olduğu Milli Selamet Partisi’ne destek verir. Necmettin Erbakan ile miting meydanlarında dolaşır. 1973 seçimlerinde Erzurum’dan bağımsız seçimi kazanan yeğeni Mehmet Fuat Fırat’ın Milli Selamet Partisi’ne katılmasını ister. Daha sonra da Mehmet Fuat Fırat aynı gelenekten gelen Refah ve Fazilet gibi partilerde milletvekilliği yapar.
Tarikat lideri olduktan sonra Şam, Mekke, Trablusgarb gibi şehirleri ziyaret eder ve buralarda dini konferanslar verir. Palu’da kendi adına Şeyh Selahattin Palevi Camisi’ni yaptırır. Uzun süre Londra’da da tedavi gören Şêx Selahattin Erzurum’un Tekman ilçesinde 1979 yılında kalp yetersizliğinden vefat eder. Palu’da düzenlenen 10 bin kişinin katıldığı cenaze töreninde Palulu eski bakanlardan Ali Rıza Septioğlu cenazesinde takke giyip tekbir getirir. Ali Rıza Septioğlu aynı zamanda Şêx Said’in amcası Şêx Hasan’ın torunuydu.
Zazaca mevlüdü |
Zazaca üçüncü mevlüdün sahibi
Şêx Selahattin’in bir de Kirmanckî (Zazaca) yazdığı bir mevlüt vardır ki Zazaca yazını için önemlidir. Malmîsanij’in verdiği biliglere göre, Şêx Selahattin’in Beyatname’si (Biatname) Ehmedê Xasî ve Usman Efendîyê Babij’den sonra Kirmanckî yazılan üçüncü mevlüt olma özelliğini taşır. 7 sayfadan oluşan bu mevlüt, A4 kağıdıyla 3, 4 sayfa tutar. Kapağında ‘Beyatname Sureti’ yazar. Bir Nakşibendi şêxi olan Şêx Selahattin bu mevlüdü kendi müritleri için yazmıştır ve diyanetten ve Müslümanlığın şartlarından bahseder. 1977 yılında müritlere has olarak gizlice basılır.
Müritleri ile beraberken |
Azadî ile ŞKC arasındaki ilişki
Şimali Kürdistan Cemiyeti için bir bakıma Azadî örgütünü diriltme girişimi de denilebilir. Bir illegal örgüt olan Azadî’nin lideri Cibranlı Halit Bey yakalanınca ve sonrasında 1925 yılındaki hadise patlak verince Şeyh Said hareketin liderliğini üstelenmek zorunda kalır. Bu açıdan Cibranlı Halit ve Şeyh Said Azadî’nin en çok bilinen iki ismidir. Şimali Kürdistan Cemiyeti davasında da Şeyh Selahattin sonra en çok üstünde durulan isim Ahmet Bey’dir (Sever). Şeyh Selahattin ile birlikte yargılanan Ahmet Bey aynı zamanda Azadî’nin lideri Cibranlı Halit Bey’in kardeşiydi. Şeyh Said ve Cibranlı Halit arasında arasında siyasi ve fikirsel yakınlığın dışında akrabalık bağı da vadı. Şeyh Said’in üç eşinden biri olan Fatma Hanım, Halit Bey’in kızkardeşiydi. Yine Cibranlı Halit’in annesi Halime Hanım ile Şeyh Said’in annesi de kardeştirler.
Sonuç niyetine
20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar da güçten düşmüş Kürt ümera ve ulema sınıfının önemli bir kesimi hâlâ sistem içileşmemişti. Hem Kemalist ideolojinin düşünce dünyası ve tahayyülündeki toplumda buna yer yoktu hem de bu sınıfın son kuşağı siyasal olarak henüz Kürtçü bir çizgideydi. Kürt ümera ve ulema sınıfının öncülüğünü yaptığı örgütler hedefine ulaşamayınca o son kuşak da kendi sınıfsal konumlarına göre bir yaşamı tercih etti. Bu durum Türkiye safhasında Demokrat Parti dönemine kadar sürdü ve sonrasında Merkez Sağ ve Milli Görüş diye tabir edilen gelenekten gelen partilerde temas halinde oldular. 90’lardan sonra Kürtlerin legal alanda güçlenmesi ile beraber tümü olmasa da bahsi geçen son kuşağın aile efradının bir kısmı Kürt siyaseti ile yürüme kararı aldı.
Şimali Kürdistan Cemiyeti için Kürt ümera ve ulema sınıfının akim kalmış örgütü diyebiliriz. Türk basının ve yabancı basının 'Şeyh Said’in oğlu' olarak sürekli adını zikrettiği, Bağdat’taki Kürt gençlerinin derneğinde resmi asılı olacak kadar etkili bir figür olan Şeyh Selahattin her ne kadar ŞKC’nin Şimali Kürdistan Cemiyeti olduğunu reddetse de, bu isimle bir örgütün olduğu, kağıt üzerinde de olsa örgütsel bir nizama sahip olduğu aşikardır. Yine mahkemesinde belirttiği üzere Bağdat’dan Türkiye’ye dönerken Halep’e uğraması orda Xoybûn yetkilileri ile görüştüğü ihtimalini güçlendiriyor. Zira Erzurum’daki ilk ifadesinde görüştüğünü kabul etmiş Ankara’daki mahkemede ise bu görüşmeyi yalanlamıştır. Şeyh Selahattin’in mahkemedeki ifadelerine bakıp Xoybûn’la ilişkisi olmadığını söylemek en zor ihtimaldir. İdam ile yargılandığı için mahkemede kendi aleyhine olan intibayı lehine çevirmek için Erzurum’da verdiği ifadesindeki bazı bölümleri kabul etmemiş olması muhtemeldir zira mahkemede ilk ifadesi için ''yanlış yazılmıştır'' der. Mahkemedeki tutumu ile 'Kürtlüğe dair iddia taşımayan bir mütedeyyin' portresi çizse de gerçekte durum farklıdır.
(1) Kürtçesi Azadî olan örgüt Türkçe farklı isimlerle anılır; Kürdistan İstiklâl ve İstihlâs Cemiyeti, Kürdistan Bağımsızlık Komitesi, Kürt İstiklâl Cemiyeti
(2) Mahkeme kararı ile doğum yılı 1908 olarak tashih edilir. Ayırca kendisi mahkemede Hicri takvime göre doğum yılının 1326 olduğunu söyler. Beyatname’sinin arka kapağında ise Hicri 1320 yazar.
(3) Ahmet Sever’in anlatımında parantez içinde verilen 'Şimali Kürdistan Cemiyeti' ibaresinin kime ait olduğu net değil. Anlatana mı yoksa yazar veya yayıncıya mı ait tam anlaşılmıyor.
(4) Tahsin Sever’in kitabında Şêx Selahattin’in 9 yıl hapis cezası aldığı bilgisi geçiyor. Dönemin bazı gazetelerinde yaşından dolayı cezasının 12 sene 6 aya bazı gazetelerde de 10 sene 6 aya düşürüldüğü yazar. Sonradan idam edilen Sadi Ağa’nın ise kaç yıl hapis cezası aldığı hakkında net bir bilgi yok.
Kaynak:
Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları (Tedip ve Tenkil), Evrensel Basım Yayın, Üçüncü Baskı 2011
Tahsin Sever, 1925 Hareketi-Azadî Cemiyeti, Nûbihar yayınları, İkinci Baskı 2018
Müfit Yüksel, İslamsız Kürdistan Hayali Ortadoğu, Nesil Digital, 2015
Edebîyatê kirmanckî ra nimûneyî (Zazaca edebiyatından örnekler), Mardin Artuklu Üniversitesi, 2012
Orhan Zuexpayic’in Şeyh Selahaddin Fırat (''Saidoğlu'') adlı yazısı
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen