• Ekrem Cemil Paşa “Hatıratım” adlı anı kitabında Osman Sebrî için şöyle yazıyor: “Yaz geldiğinde Hoybun’daki Kürt olan ağa ve beylerin çekişmeleri de biterdi. Çünkü çoğu serin bölgelerdeki yaylalara çekilirlerdi. Osman Sabri gibi savaşçılar ise kuzeye çekilerek, birkaç ay içinde katır yükleri ile düşman karakollarında aldıkları silah ve cephaneyle geri dönerlerdi!”
Osman Sebrî, üzerine kitaplar yazılan, adına destanlar yakılan, hakkında dergilerde dosyalar hazırlanan, edebiyatçı, siyasetçi, Kürt dili aktivisti, çok yönlü bir Kürt aydını. Rojava’daki Kürtlerin 'Apo’ olarak andığı Osman Sebrî, Kürt aydınlanmasında halkçı, asi ve baş eğmeyen bir duruşuyla biliniyor.
Osman Sebrî’nin 'APO-Gotinên xav nepijîn bê tav' adındaki 69 şiirinin yer aldığı kitabı, 1981 yılında Hemreş Reşo tarafından Almanya’da basılır. Daha önce şiirleri Almanya’da çıkan Hêviya Welêt, Çiya gibi dergilerde yayımlanan Osman Sebrî’nin edebiyatçı yönünün tanınmasında bu kitap oldukça önemlidir. 1998 yılında ise A. Bali’nin hazırladığı 'Dîwana Osman Sebrî' kitabı Stockholm’deki Apec yayınevi tarafından çıkarılır. Aynı kitap daha sonra Almanya (Evra yayınları), İstanbul’da da (Perî yayınları) yayımlanır.
Ve bu kitap ile Osman Sebri geniş kitleler tarafından tanınır. Fakat Osman Sebrî bu kitabın yayımlanmasını görmeden hayatını kaybeder. Yine Osman Sebrî’nin Lîs yayınlarından çıkan 'Hevalê Çak' kitabında da emeği vardır A. Bali’nin. Osman Sebrî’nin ölümünden sonra Rojavalı aydınlardan Konê Reş ve Dilawer Zengî de Osman Sebrî’nin yazı, şiir ve anılarının yeniden yayımlanmasında pay sahibi isimler arasında.
Bir ağa çocuğu olmasına rağmen ağalığı reddederek 'sınıf intiharı’ yapan Osman Sebrî toplamda 18 kez cezaevine girer. Lîs yayınlarında çıkan 'Bîranînên min' kitabı onun fırtınalı hayatının küçük bir kesimine odaklanır. Osman Sebrî’nin berrak Kürtçesiyle yayımlanan bu anılar çocukluğu ile başlar ve Rojava’da aktif siyasi faaliyetlere katıldığı 1930’lu yıllara kadar olan süreci anlatır.
11 Ekim 1993 yılında aramızdan ayrılan Osman Sebrî’nin hayatı, mücadeleci kişiliği hakkında onu oldukça iyi tanıyan şair ve yazar A. Bali (Abuzer Bali) Han ile görüştük.
Osman Sebrî ile bireysel ilişkileriniz dışında, aynı bölgedensiniz. Osman Sebrî nasıl bir ortamda yetişti?
Osman Sebrî’nin köken olarak soyu tarihi Mirdes Beyliği’ne kadar gider. Osman Sebrî’nin aktardığına göre her dönemde devlet baskısına uğramışlar. Üç dedesi devlet tarafından çeşitli yollarla öldürülmüş. Babası Sebrî ve dedesi Ebuzer için de ferman çıkarılmış. Osman Sebrî’nin ailesi 1950’lere kadar Malatya iline bağlı olan Kolık‘ın (Kahta) Narince Beldesi’nde yaşamlarını sürdürürler. Bölgenin en etkin ağalarından biri olan Haci Bedir Ağa ailesi ile Mirdes ağaları arasında da hep iyi ilişkiler kurulur. Zamanla her iki aile birbirlerine kız alıp vererek akrabalaşırlar.
Halen günümüzde Haci Bedir Ağa ailesi olan Fırat ve Turanlı aileleri Adıyaman’da etkin ve söz sahibidir. Her iki ailenin içinde yurtsever ve aydın adamlar olmakla beraber aileler her dönemde iktidardakiler ile işbirliği içinde olmuşlardır. Bu geleneği son yıllarda rahmetli Mir Dengi Fırat kırarak ailelerin yurtsever saflarda yer almalarının önü de açılmış oldu.
Fırat ailesinin Haci Bedir Ağa’ya kadar giden sürecine biraz değinmekte yarar var. Çocukluğumda Haci Bedir Ağa’nın (1872-15 Mayıs 1928) adını zengin ve söz sahibi olduğunu çok duyardım. Sonraları onun Mustafa Kemal’e bağlılığını irdeledim. Kurtuluş Savaşı döneminde yüzlerce silahlı adamıyla katıldığını, başarılarından dolayı Mustafa Kemal’in taktirini de kazanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk toplantıya çağrılanlar arasında Mustafa Kemal, Haci Bedir Ağa’nın adının olmadığını İsmet Paşa’ya sorduğunda, İsmet İnönü O’na: “Paşam milletvekilleri mutlaka okuma yazma bilmelerini bizzat siz söylemiştiniz! Haci Bedir Ağa’nın ne okuması ve ne de yazması var. Ayrıca Türkçe de bilmez! Onun için listeye adı almadık“ der. Mustafa Kemal, İsmet İnönü’ye dönerek: “O’nun için parantez açın ve deyiniz ki -Gayri Haci Bedir Ağa-, yani bu madde Ağa için geçerli değildir. Madde sadece diğer vekilleri kapsar. Böylece Haci Bedir Ağa’nın milletvekilliği bu aile için bazen senatörlük ve bazen de milletvekili olmanın yolunu da günümüze kadar açmış olur! Oğlu Hüseyin Fehmi Fırat üç dönem milletvekillik ve Demokrat Parti Genel İdare Kurulu Üyeliği, diğer oğlu Ali Fırat'ın oğlu Dengir Mir Mehmet Fırat, AKP Kurucu Üyesi ve Genel Başkan Yardımcısıydı ve birkaç dönem milletvekilliği de yaptı. Kızı Bedriye Turanlı'nın oğlu Mehmet Sırrı Turanlı mecliste 11. dönem Adıyaman milletvekilliği ve Adıyaman senatörü olarak görev yapar.
Aşiret reisi olacak adam gözüyle bakarlar
7 Ocak 1905 yılında doğan Osman Sebri daha çocuk yaşlarında iken babası Sebrî Ağa’yı kaybeder. Amcası Şükrü Ağa, onun yetişmesi için elinden geleni yaparak, ailenin geleceğini Osman Sebrî’ye bırakmak ister. Ona gerçek bir babalık yapmak için annesi ile de ikinci evliliğini yapar. Şükrü Ağa aynı zamanda Haci Bedir Ağa’nın da damadı. Osman Sebrî’nin ailesinin bu bağlantısı Haci Bedir Ağa ailesi ile de iyice güçlenir. Osman Sebri 1922 yılında daha 17 yaşında iken evlendirilir. Bir yıl sonra bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Onun adını ‘Welat’ koyarlar.
Artık amcaları ve aşiret ileri gelenleri Osman Sebrî’ye aşiret reisi olacak adam gözüyle bakarlar. Tam da bu dönemde köye İsmail Efendi adında bir öğretmen sürgün olarak atanır. Öğretmen İsmail Efendi, feodaliteye ve gericiliğe düşman olan ilerici bir kişiliğe sahipti. Feodallerin köylülere yaptıklarını angarya ve zulüm olduğunu söyler. Öğretmen, genç aşiret reisi adayı olan Osman Sebrî’ye zorbalığın, haksızlığın, adam öldürmenin ve kan davalarının yanlış olduğunu anlatır. Bu yeni görüşler Osman Sebrî’ye bir hoş gelir. Önceleri dinlemeyi ve sonraları ise bazen çatışarak, bazan da uzlaşarak aralarında bir dostluğun temeli atılır. Gelen öğretmen, devrimci şairlerin şiirlerini bazen ona okurken Osman Sebrî’nin de ilk şairlik damarına da kanı verdiğinin farkında bile değildi! Bu ilişki her ikisi arasında bir dostluğu perçinleştirirken, çağın halktan yana olacak olan büyük Kürt şairini de artık kanatlandırmıştı.
Osman Sebri 20 yaşına geldiğinde iki amcası ile birlikte tutuklanmış. İstiklal mahkemesi amcaları Şükrü ve Nuri Ağa hakkında idam kararı vermiş. Şükrü amcası idamdan önce koğuşta birlikte kaldığı Osman Sebrî ile görüşür… Vasiyet olarak isteklerini aktarır… İdam sehpasına gider… Osman Sebrî ise bu davada altı yıl ceza alır.
Adana cezaevinde 73 gün, Konya cezaevinde 3 ay, Denizli cezaevinde ise bir buçuk yıl kalır. Bana anlattığı bilgiye göre son mahkemesi Malatya adliyesinde görülürken Dersimli bir hakimin kendisine özel bir ikili görüşmede: “Gençsin, ölümüne veya asılmana gönlüm elvermiyor! Ayrıca da hiçbir asılacak suçun da yok! Sana doğacak olan bir fırsatı iyi kolla! Başka da sana yapacağım bir şey yok!“ demiş. Osman Sebrî de mahkeme çıkışında beklediği fırsatı kollayarak kaçar. Beydağı’nı aşarak kendini Nemrut Dağı’na verir. Sonra Nemrut‘un yamacındaki Narince’ye ulaşır. Bir süre bölgede kaldıktan sonra Suriye topraklarına geçer.
Osman Sebrî ve oğlu Hoşeng Halep Hapishanesi'nde, 1964 |
Bahsettiğiniz yıllarda Kürtlük konusunda da kendini yetiştiriyor. Osman Sebrî’nin anılarından okuduğumuz kadarıyla o zamanki adıyla 'Binxet' şimdiki adıyla Rojava’ya geçer geçmez de ilk iş olarak Kürt yurtseverleriyle tanışıyor…
Evet. Önceleri Xoybûn örgütünde, sonraları da yoldaşlarıyla Kürdistan Demokrat Parti/Suriye kolunu kurarak politik çalışmalarına hız verir. Ekrem Cemil Paşa ile de yakın arkadaşlığı olur. Ekrem Cemil Paşa “Hatıratım” adlı anı kitabında Osman Sebrî için şöyle yazıyor: “Yaz geldiğinde Hoybun’daki Kürt olan ağa ve beylerin çekişmeleri de biterdi. Çünkü çoğu serin bölgelerdeki yaylalara çekilirlerdi. Osman Sabri gibi savaşçılar ise kuzeye çekilerek, birkaç ay içinde katır yükleri ile düşman karakollarında aldıkları silah ve cephaneyle geri dönerlerdi!”
Çok hapis yatar. Yattığı hapishane sayısı neredeyse ise yirmiye yakındır. Oğlu Hoşeng ile hapiste yattığı yıllar ve çok sevdiği oğlu Welat’ın Kahta’da akrabaları tarafından öldürülmesi olayı Osman Sebrî’yi sarsan olaylar arasında yer alırlar.
Hemreş Reşo’dan sonra Suriye dışında Osman Sebrî’nin kitaplarını siz yayımladınız. Osman Sebrî ile aranızda nasıl bir ilişki vardı?
Hemreş Reşo‘yu (Hamdi Turanlı) 1970’li yıllarda tanıdım. Daha doğrusu o, beni tanımak istemişti. İranistik İnstitüsü’nde Prof. Dr. Cemal Nebez’in seminerlerine katılırken, bir semineri de ben hazırlamıştım. Konu “Yurt dışında Kürt İşçi Örgütlenmesi“ idi. Seminer sonunda hocam Cemal Nebez ile sosyalizm konusunda tartışırken yanımıza yaklaşan ince, uzun boylu nazik biri de söze karıştı. Sonra hemşeri olduğumuzu söyledi. Bu kişinin Kürdistan Demokrat Parti/Kuzey’nin başkanı olduğunu sonradan öğrendim. O, sosyalist değildi. Hemreş Reşo‘yu yıllar sonra kendini sosyalist sananlarla mukayese ettiğimde iyi bir yurtsever olduğunu ölümünden sonra ancak anlayabildim. Osman Sebrî ile Hemreş Reşo‘nun akrabalıkları var. İsveç’teki Turanlı kardeşlerden Abuzer, Osman Sebrî’nin eniştesi olsa gerek. Osman Sebrî ile Hemreş Reşo‘nun, iki ailenin Kahta’daki kökenleri birbirine karışmış.
Osman Sebrî’nin Hemreş Reşo ile başlangıçta çok iyi ilişkileri varmış. Sonraları Osman Sebrî, silahlı mücadeleye gönül verince ikisinin arasının açıldığını biliyordum. Osman Sebrî’ye bu konuda hiçbir şey sormadım. O ise adı geçen konuya hiç değinmedi. Bu konuda Osman Sebrî de bana hiçbir şey anlatmadı. Hoşeng Sebrî ile Hemreş Reşo’nun araları hep iyi gitmişti. Bunca arkadaşlığımıza rağmen Hoşeng’e hangi partidesin diye de hiç sormadım. Zira o da babası gibi yurtsever olan Kürt örgüt ve simalara hep eşit mesafede kalmasını bilen ender Kürtlerden biridir. Olanakları doğrultusunda her örgüt ve yurtsevere el uzatmasını bilen biri. Benim bildiğim Osman Sebrî de Kürdistan Demokrat Partisi‘nin üyesi olmadığı gibi, tanıdığım dönemde de hiçbir Kürt partisine üye değildi. Bana da hangi partidensin diye de hiçbir soru yöneltmemişti…
A. Bali |
80’li yıllarda Cigerxwîn Avrupa’ya geldi ve birçok kitabını burda yayımladı. Daha önceki bir konuşmamızda Osman Sebrî’nin onu eleştirdiğini söylemiştiniz, Cigerxwîn’in bu eleştirilere cevabı ne olmuştu?
80’li yıllarda Cigerxwîn, Avrupa’ya kendi partisinin Avrupa sorumlusu olarak gönderilmişti. Bunu benim yanımda Avrupa‘ya gönderdikleri ve günümüzde bilim adamı olarak tanınan iki kişiye Cigerxwîn, “Sizi parti adına Avrupa’ya gönderdik. Buraya geldikten sonra her biriniz başka bir partinin adamı oldunuz!“ demişti. Osman Sebri de Cigerxwîn için, “Komünistlerden menfaat sağlamak uğruna kızını onlara verdi!“ demişti. Bu konuda son dönemlerde araları açılan yoldaşı Cigerxwîn ise bana, ”O yiğit benim için eleştiriler yapıyor. O her zaman haklı. Fakat benim de bana göre haklılıklarım var!” demişti…
Cigerxwîn, Osman Sebri gibi sert yapılı olsaydı yirmi kadar değerli yapıtını Avrupa’da bastıramazdı.
Cigerxwîn ondan bu sözlerle bahsettiğine göre ikisi arasında sağlam bir yoldaşlık vardı demek…
Osman Sebrî ile Cigerxwîn arasındaki yoldaşlığa gelince, bu yoldaşlıkta bir sapma var ise o sapmada Osman Sebrî’nin payı daha azdır. Her iki şair bilimsel sosyalizmi benimserken aynı çizgide ve aynı saflarda olmayışları bir eleştiri konusu olsa da günümüzde birbirine çelme takan o kadar sahte sosyalistler var ki birbirlerini bir pula dahi değiştirmeye tenezzül etmekteler!.. Osman Sebrî yoldaşlarına hiçbir zaman sırt çevirecek bir yapıda değildi. O nedenledir ki Kürt halkı ona ‘Têkoşer’ adını vermiştir. Zira o da bu adın hakkını verdi.
Kürt örgütleri Osman Sebrî’ye de o yıllarda Avrupa’ya çıkma teklifinde bulundu mu?
Örgüt olarak değil, kişi olarak benim teklifime olumsuz yanıt verdiği için o, benim gözümde daha sağ iken ölümsüzleşmişti. Bunu oğlu Hoşeng’e de anlatmıştım.
Osman Sebrî’nin oğlu ve aynı zamanda arkadaşım olan Hoşeng yıllar öncesi bir gün beni çağırarak, gel sana bir mektup okuyacağım demişti. Mektup babası Osman Sebrî’den gelmişti. Kısaca bu mektup Hoşeng’in babasına yazdığı mektubun yanıtıydı. Hoşeng babasına, ”Mücadeleye inancının zayıfladığını gelen arkadaşlar bana anlattılar! Bu nasıl bir durumdur ki mücadeleye adadığın ömrünün sonunda bir senede bir duraklama ve soğuma olur?” demişti. Osman Sebrî ise oğluna yanıtını uzun şiirsel bir anlatımla ifade ediyordu. Bu mektup basına da düşmüştü. Birkaç kez de yayınlandı. Tam da bu sıralarda olaya ben de dahil olmuştum. Osman Sebrî’ye durumunu açıklanmasını rica etmiştim. Bana şöyle konuyu açıkladı: “Aziz oğlum! Ben satılmayan ve düşmanın satın alamayacağı kadar başı dik olan bir Kürdüm. Bak bu yaşa geldim, bir hüviyetim bile yok ki devletin ucuz olarak halka verdiği birkaç kilo pirinç ve şekeri alayım. Dahası, Fransızlar 'Politikadan vazgeç ki sana bir köy bağışlayalım' demişlerdi. Halkım için hiçbir zaman kendi menfaatimi gözetlemedim. Madagaskar adasına bile sürüldüm.“ Tam da fırsat kollayarak kendisine: “Hoşeng ile görüştüm. Eğer isterseniz size pasaport çıkarıp, sizi birlikte Hoşeng’e (Berlin’e) götürmek istiyorum.“ Bana yanıtı netti: “Gitmem! Gidemem! Ben ancak memleketimde yaşarım!” demişti. Ben de kendisine “Şam” memleketin değil ki demiştim. O da: “Memleketim olmadığını ben de biliyorum. Fakat memleketime daha yakın olduğu için burada kalacağım ve öldüğümde beni götürüp Kürdistan toprağına gömecekler!..“ demişti. Bu konuda Osman Sebrî çok hassastı. Memleketini terk edip yad ellere giden Kürtlere çok kızıyordu. Özellikle de “Bir şair hiçbir zaman memleketini ve halkını terk etmemeli!“ derken çok ciddiydi!
Sanırım Kürt örgütlerinin lider ve kadrolarının da 80 darbesi sonrası Avrupa’ya çıkmasından hoşnut değildi?
Osman Sebrî’nin o yıllarda Kürt aydınlarının ve Kürtler adına siyaset yapanların Avrupa’ya çıkmasını çok eleştirmişti. Eleştirisinin yıllar sonra yerinde ve son derece de isabetli olduğu anlaşıldı. Yurtdışına gelen Kürt liderleri Avrupa’da gelişmiş olan demokratik mücadeleyi budadıktan sonra tekrar yurda döndüler. Birlikte mücadele etmesini bilmeyen ulusal Kürt örgütleri birlikte Newrozları bile kutlayamaz oldular. Hatta yaşadıkları ülkelerde örgütler birbirlerini resmi makamlara şikayet ederek, örgütsel yarar sağlama derecesinde bayağılaşarak yurtseverlikten de uzaklaştılar! Bundan daha büyük bir zarar ulusal mücadeleye nasıl vurulabilinir?
Az önce bahsettiğim Hoşeng ile olan mektuplaşmaya gelince ona da şu cevabı vermişti: “O kadar inancını yitiren ve kendilerini egemen güçlere satan Kürtlerle karşılaşıyorum ki, onlara acıyarak bakıyorum. Her biri sırtını başka güçlere vererek Kürdistan’ın kurtuluşunu beklemekteler. Ben bunları eleştirirken inancımın kaybolmasını söyleyenler, sadece inançsız olan insanlar beni Hoşeng’e şikayet etmişler! Ben memleketimizi ancak ellerinde silah olan ve silahlı mücadeleyi verenler kurtarabilir derken, satılık olanların ve sırtını düşmana dayayanların saflarında olmadığımı da vurguluyorum. Bu yönde iradem tam, başım dik, her zaman halkımın mücadelesi saflarındanım. Tüm Kürtler beni ziyarete geliyorlar. Fakat gerçek mücadeleyi veren önderler beni ziyaret ederken, ben onlardan son derece memnun olduğumu da belirtiyorum.“
Kürt aydınlanmasında Osman Sebrî’yi nasıl tarif edebiliriz?
Kürt aydınlanmasında Osman Sebrî’yi tarif etmek çok zor. Osman Sebrî ve Cemal Nebez, 1954 yılında Şam’da birbirini görüp, tanışmış olan iki dosttu. Daha o dönemde Kürt dil birliğini savunmuşlar. Rewşen Bedirxan’ın da aralarında olduğu dilbilimciler bir de kamuoyuna bunu bir bildiri ile aldıkları kararları duyururlar. Osman Sebrî ve Cemal Nebez, Kurdayetî açısından da birbirine çok benziyordu. Kendi menfaatleri de dahil olmak üzere dünyanın tüm nimetlerini kendilerine sunsalardı ve deselerdi Kürdistan’ın sadece bir taşını bize verin deselerdi, bu iki kişinin hiçbir yarar karşılığında bu teklifi geri çevireceklerinde emindim. Birbirinden ayrı yönleri yok muydu? Bir gün Osman Sebrî’ye kendisinin çağdaş, devrimci ve sosyalist bir Kürt şairi olarak haklı bir nam sahibi olduğunu vurgulamıştım. O ise yanıt olarak bana: “Ben şair değilim!“ demişti. “Halk düşüncelerimi şiir yoluyla daha kolay anlıyor diye ben şiir yazıyorum!“ demişti. Düşünür, dilbilimci Prof. Dr. Cemal Nebez ile şiir konusunda pek anlaşamazdık. Nebez’e göre şiir: “Şiir, yani hayal! Hayal ise anlamsız ifadelerden oluşan düşüncelerdir. Kısacası şiir, yani hayal ve yalan!“ derken bazen da Haci Qadirê Koyî ve Ehmedê Xanî’nin dizelerini ezbere söylemeyi de sağlığında ihmal etmemişti!..
Suriye’ye gidiş ve gelişlerimde Osman Sebrî’nin evinde hep konuk oluyordum. O kadar misafiri çoktu ki evi hiç boş olmuyordu! Evi Kürtler için bir okul gibiydi. Kimisine Kürtçe dersleri veriyor, kimisine ise hayat deneyimlerini aktararak anlatıyordu.
Osman Sebrî kendi kuşağının aydınlarıdan hangi yönleriyle ayrışıyordu?
Osman Sebrî halkçı, devrimci bir çizgide yürümeyi kendisine bir yaşam biçimi olarak seçmiş biriydi. Bir kez opürtünist değildi. Doğru bildiğini tüm ortamlarda söylemekten çekilmezdi. En nefret ettiği husus da sırtını egemen sömürgeci devletlere dayandırıp, yurtseverlik taslayan Kürt lider ve örgütlereydi.
Her yurtsever Kürdün sevgi ve saygısını kazanmıştı. Hayatının son dönemdeki siyasi duruşunun ve düşüncelerinin günümüzde Rojava’da filizlenmesi onun en çok görmek istediği yaşam biçimiydi. Tüm yurtseverlerin birbirini dışlamadan özyönetimlerine sahip olmaları ve onu korumaları Rojava’da olduğu gibi halen günceldir. Bağımsız ve özgür olmak her halkın kendi kaderini serbestçe tayin etmesi çok uzaklarda kalan bir konu olsa da, bu konu halen Kürtler için güncelliğini korumaktadır. Özgür günler er veya geç mutlaka Kürt halkının da hakkı olacak!..
Bu röportaj 10 Kasım 2020 tarihinde Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlandı