Dienstag, 24. Mai 2022

 Bir ömrün ezgileri: Vengê Royî

  • “Çocukluğumuzda büyüklerimizden, atalarımızdan, komşularımızdan dinlediğimiz masallar vardı, hikâyeler vardı, bunların hepsi Zazacaydı. Dedim, demek bir müddet sonra, en fazla bir asır sonra bu dilden geriye eser kalmayacak. O günden sonra kendi anadilimle bir şeyler yapma gereği duydum.”


Geçenlerde Kadir Büyükkaya’nın Zazaca şarkılarından oluşan Vengê Royî-II albümü Deutsch-Kurdisches Kulturinstitut (Alman Kürt Enstitüsü) etiketiyle çıktı. 10 farklı sanatçı tarafından seslendirilen albüm ilgi ile karşılandı. Zazaca söz konusu olduğunda sıkça atıfta bulunan UNESCO raporlarını bir Hollanda gazetesinde tesadüf sonucu okumasıyla ortaya çıkmış Büyükkaya’nın Zazaca eserleri. Bunu hangi yol ile yapacağını düşünürken en iyi yolun o güne kadar aktif olmadığı müzik ile olacağına karar vermiş. Ayrıca önemli bir ayrıntıya da dikkat çekmekte fayda var; 2015 yılında Mikail Aslan ile beraber hazırladıkları ilk albümü amcası oğlu Necmettin Büyükkaya’ya adayan Kadir Büyükkaya ikinci albümü de Doktor Şivan’a ithaf etmiş.
Albüm üzerine sosyal medyada ve farklı mecralarda epey yazıldı, hakkında konuşuldu. Bu kez 40 yıldır Hollanda’da yaşayan Siverekli yazar ve şair Kadir Büyükkaya’dan dinleyeceğiz albümü ve oluşum sürecini.

2015 yılında Mikail Aslan ile yaptığınız ‘Vengê Royî’ albümünden sonra ‘Vengê Royî-II’ albümünü çıkardınız? Bu projenin fikri nasıl oluştu, projeden biraz bahseder misiniz?

Müzik, benim şimdi artık ilgi alanımın merkezine oturdu ama aslında ilgi alanım değildi. Daha fazla edebiyata ilgil duyuyordum. Edebiyatın şiir dalı fazla ilgimi çekiyordu. Aslında müziği kucağımda buldum, sahiplenmek zorunda kaldım biraz da. Bunun çok önemli bir sebebi de var. Biliyorsunuz 40 yıldır Hollanda’da yaşıyorum. Bir gün bir Hollanda kahvesinde oturmuş bir arkadaşı bekliyordum, randevum vardı kendisiyle… Bir kahve içerken masada duran bir Hollanda gazetesine gözüm takıldı. Okumak için açıp bakmak isterken tesadüfen kültür sayfasını açtım. O sayfada UNESCO’nun yeryüzünde yok olma tehlikesi yaşayan dillerle ilgili hazırladığı rapordan bahsediliyordu, baktım ki bu diller arasında anadilim Zazaca da var. Çok etkilendim tabii, üzüldüm de… ‘Vay anasını’ dedim, çocukluğumuzda büyüklerimizden, atalarımızdan, komşularımızdan dinlediğimiz masallar vardı, hikâyeler vardı, bunların hepsi Zazacaydı. Dedim, demek bir müddet sonra, en fazla bir asır sonra bu dilden geriye eser kalmayacak. O günden sonra kendi anadilimle bir şeyler yapma gereği duydum. Uzun uzun düşündüm, neler yapabilirim diye. Önce yazılı edebiyata yönelmek istedim, Zazacamı biraz daha ilerletirsem çocuk kitapları yazarım ya da öyküler yazarım diye düşündüm.

Yani önce yazmak geçti aklınızdan?

Evet fakat bunun kısa vadede çok işe yaramayacağı kanısına vardım çünkü Zazaca okuyanların sayısı son derece az, öyle bir alışkanlık yok toplumda. Dolayısıyla da ev ev kitapları dağıtsan bile onla raflarda kalacak, birileri kalkıp raflardan o Zazaca kitapları indirip okumayacak, bu az çok Kurmancî için de geçerli. Oysa acelemiz var, acele etmemiz gerekir! Bu konuda en iyi yol yöntem müziktir diye düşündüm dolayısıyla da müziğe yöneldim. Siverekli olmanın getirdiği başka bir sıkıntı da vardı; Zazacanın konuşulduğu diğer bölgelerde diyelim, Dersim, Bingöl, Varto ondan sonra Erzincan hatta Koçgirî o yörelerde Zazaca müzik çalışmaları vardı, yapılıyordu ama Siverek coğrafyasında tarihi nedenlerden dolayı ki ben bunu iki nedene bağlıyorum, birisi din diğeri de feodal anlayış, fazla gelişmemiş. Bu iki etken Zazacanın müziğe dönüşmesini engellemiş ama diğer bölgelerde böyle bir sıkıntı olmadığı için Zazaca müzik kendini biraz daha ifade edebilmiş. Ama Siverek’te öyle bir şey yok. Düşünebiliyor musun şu an nüfusu 300 bin olan Siverek gibi bir yerde ki nüfusu Türkiye’de 39 vilayetten daha fazla ve halkın yüzde 70’i Zazaca konuşuyor. Yüz yıldır müzik alanında ne bir araştırma ne bi çalışma var. Sivereklilerin geçmişten kalma iki müzik parçası var; biri Ding Dingo biri de Xim Ximê’dır. Bu iki parça da dejenere olmuş bunların da sadece nakarat kısmı kalmış ki o kısımlar da tahrip edilmiş. Bu durumdan yakınmak sonucu değiştirmeyecekti dolayısıyla bir şeyler yapabilir miyim anlayışıyla yola çıktım. Böylece Zazaca müzik yapma fikri o Hollanda kahvesinde okuduğum kültür sayfasındaki hazin raporla bende oluştu.

Sonrasında Mikail Aslan ile tanıştınız…

Sonrasında başladım beste yapmaya. Benim bir avantajım vardı. Benim aile ortamımda herkes Zazaca konuşuyordu. Çocukluğum Zazacanın yoğun ve doğru konuşulduğu bir ortamda geçti ki bunun bir getirisi vardır tabii. Bir, iki, üç derken eserler birikti. Ben Mikail Aslan’la ilk albüm için masaya oturduğumda düzeltmeleri ve eklemeleri ile benim yaptığım birkaç anonim parça da dahil 45 tane eser vardı. Bunu nasıl halka ulaştıracağım arayışına girdim. Açıkçası ilk önce Şivan aklıma geldi. Şivan Perwer benim 40 yıllık bir dostum aynı zamanda hemşehrim oluyor. Onu haberdar ettim, sağ olsun kendisine teşekkür ediyorum, sazını aldı geldi. Bir akşam kaldı bizim evde, kendisiyle bu meseleyi konuştuk. Benim bir şartım vardı, benim bestelerimden oluşan eserleri bir albümde seslendirecek. Şivan’la sabaha kadar konuştuk, hatta o gece bir iki parça için sazını eline alıp bir şeyler yapmaya çalıştı. Sonra bana göre çok saygın bir teklifte bulundu. Dedi, ‘’Kek Kadir ben bunu seve seve yapmak isterdim ama Zazaca benim anadilim değil dolayısıyla ben bunların hakkını veremem. Bir parça da değil ki tüm albümü benim seslendirmemi istiyorsun’’. Kibarca reddetti yani ve bana bu işi Mikail Aslan’ın yapabileceğini söyledi. Ondan sonra Mikail Aslan ile temasa geçtik kendisiyle konuştum neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğunu, Siverek’te yaşayan insanlarımızın Zazaca konusunda çok geri planda kaldığını, sahiplenilmesi gerektiğini bütün ayrıntıları ile kendisine izah ettim. Mikail arkadaşımız dinledi sonra da ‘’Ben bu dile bu kültüre duyduğum sorumluluk gereği projeyi üstleneceğim’’ dedi. Tabii bu da kolay olmadı çünkü bir sürü çevreden Mikail Aslan’a saldırı yapıldı.

Vengê Royî’nin ilk serisi 2015 yılında Kalan Müzik etiketiyle çıkmıştı.

Ne gibi saldırılar?

O dönem Dersimli bazı klasik sol gruplardan ‘’Bizim dilimizi, yani ‘Zonê ma’yı -onlar öyle diyor Dersim Zazacasına-, bırakmış gidip Siverek Zazacası ile müzik yapmaya çalışıyor.’’ Böyle çok yersiz şeylerdi. Fakat albüm çıktıktan sonra ne kadar yanlış yaptıklarını anladılar. Ben projeyi Mikail’e anlatırken de ‘’Biz bu proje ile Siverek’ten Dersim’e, Dersim’den Siverek’ e uzanan bir kültür köprüsünün temelini atacağız. Biz bunu başarabilirsek bu halka bir hizmetimiz olacak.’’ dedim. Aslında Siverek’teki bazı Zaza aşiretler Yavuz Selim döneminde Dersim’den kaçıp gelmişler. Mesela Yılmaz Güney’in babasının köyü Desman da buna dahildir. İnanç dışında ki o da zorla dikte dilmiş, bütün kültürel değerlerini koruyorlar. Bunları 400 yıl sonra bu çalışma üzerinden buluşturmak gerekir, dedim. Sağolsun Mikail hiçbir şart, koşul öne sürmeksizin ‘’Ben bu proje için hazırım’’ dedi. Ve iki yıl süren bir çalışma sonunda müzisyen Cemil Koçgirî’nin de katkılarıyla albümü 2015 yılında piyasaya çıkardık.

İlk albümde sadece Mikail Aslan vardı fakat ikinci albümde Kürdistan’ın farklı bölgelerinden Kürtçenin farklı lehçelerini konuşan sanatçılar var. İkinci albümün böyle olması sizin tercihiniz miydi?

Evet. Öncelikle hakkını teslim edelim. Birinci albümde değerli sanatçımız, önemsediğim bir ses olan Beser Şahin ‘Ez Pawena’ şarkısını seslendirdi. O şarkıda hazin bir hikaye var, 7 yıl, dört mevsim boyunca ortadan kaybolan oğlunun yolunu gözleyen bir annenin yaktığı ağıttır. Onu çok önemsemiştim, bu parçayı çok güzel bir şekilde birinci albümde yorumladı. Biz ikinci albümün hazırlıklarına üç yıl sonra başladık. Benim öyle bir takıntım var, ikinci bir çalışmam bir önceki çalışmadan daha iyi olmak zorundadır. Bunu nasıl başarabilirim diye oturup düşündüm. Sonra farklı coğrafyalardan rüştünü ispatlamış, kendi alanında deneyimli, birikimli sanatçılarımızı bir araya getireceğimiz bir albümde karar kıldım. Bu fikrimi daha önce birlikte çalıştığımız Mikail Aslan ile paylaştım. O da son derce mütevazice, ‘’Bu çok saygın bir çalışma, ses getirebilecek bir çalışma ben Hakan Akay diye müzisyen, yapımcı bir arkadaş tanıyorum, ona götürürüz ayrıntıları onunla konuşursun ben de bu işin içinde olurum, güç destek sunarım’’ dedi. ‘’Olur’’ dedim, bir yerde Mikail Aslan’ın referansı ile Hakan Akay ile görüştüm. Projeyi olduğu gibi ona da anlattım. Hakan da sağ olsun, heyecan duydu, kabul ettti. Diğer 10 sanatçı ile bizzat Hakan Akay ilgilendi. Ben önce stüdyoda kendi sesimle nasıl okunacaksa 10 parçayı seslendirdim. O da onları değerlendirdi, notaya döktü. Hangi parça hangi sanatçıya, hangi sese uygun bunu çok iyi tespit etti. Şimdi ne kadar ustaca davrandığını daha iyi anlıyorum. Kendisine beste giden arkadaşlar hepsi adeta kendilerine gönderilen parçalara aşık oldular. Teklif giden sanatçılardan bazılarının bu çalışma içerisinde yer almaları onlar için çok zordu. Çünkü bazılarının kendi projeleri, çalışmaları vardı. Mesela bunlardan birisi de Gülseven Medar’dı. Kendisi o dönem Tosca oyunu için hazırlık yapıyordu. Bunu bana daha sonra kendisi söyledi: ‘’Bana bu parça geldiğinde aslında çok yoğundum, kabul edecek bir durumda değildim parçayı dinledikten sonra Zazaca bilmediğim halde ruhumu sardı ve kabul ettim.’’ Sonuçta bu 10 sanatçıya besteler gitti ve iki buçuk yıllık çok titiz bir çalışma sonucu albüm çıktı. Ben kendi çabalarımı o sanatçı arkadaşların çabaları ile karşılaştırdığımda, ben hiç çaba sarf etmedim bütün emek, bütün çaba bu arkadaşlarındır diyorum. Bazı arkadaşlarımız kusursuz olsun diye dört defa stüdyoya girdiler. Bazı arkadaşlar telaffuzda iyi değildi mesela o yüzden tereddütler vardı ama ortak bir çaba ile sonuçta ciddi bir albüm ortaya çıktı diyebilirim. Ayrıca bu proje fikri bende oluştuğunda ilkin dost, arkadaş ortamında bahsettim ama ‘’Bana hayalci olmuyor mu, bir değil iki değil 10 sanatçıdan bahsediyorsun’’ diyorlardı. Gördüğüm kadarıyla albüm ilgi ile karşılandı. 35 farklı gazetede ve sitede haberi çıktı. Kısa bir sürede binlerce kişi Youtube üzerinden albümü dinledi.

Vengê Royî’nin ikinci serisi geçenlerde Hakan Akay’ın prodüktörlüğüyle Deutsch-Kurdisches Kulturinstitut (Alman Kürt Enstitüsü) tafafından yayımlandı.

Dijtial platformlardan söz etmişken bu albüm ayrıca CD olarak da çıktı. Bu da sizin tercihiniz miydi?

Evet benim tercihimdi. Üç gün arayla hem İstanbul’da hem Almanya’da CD olarak çıktı. Doğru, her şeyin dijitalleştiği bir çağdayız ama bizim coğrafyanın da farklı özellikleri var, insanlar hâlâ arabalarında, evlerinde CD kullanıyor. Dijitalleşme bir süreçtir ve o sürecin daha bir müddet devam edeceğine inanıyorum, CD sayfası daha kapanmadı bana göre. Bu yüzden CD olarak çıkmasını daha anlamlı buldum.
Ayrıca CD daha çıkmadan konser hazırlıklarına da girişmiştik. Projede yer alan sanatçılarla beraber İstanbul, İzmir, Diyarbakır final Siverek’te konserler yapılacaktı. Avrupa’da da Hollanda, Almanya, İsveç’te konserler yapmayı düşünüyorduk. Bir de düşünsene konserler organize ediyorsun ama CD yok, albüme dair fiziki bir şey yok. Dijitali bu işin neresine koyacaksın…

Konserler olacak mı peki? Salgın nedeniyle ertelendi mi?

Tabii. Tamamen erteledik. Ön hazırlıkları bile yapılmıştı. En kısa ve uygun zamanda konser projelerimizi hayata geçireceğiz. Bu konser dizileri kapsamında Süleymaniye’de konser yapmayı düşünüyorduk. Orda bununla ilgili bir takım görüşmelerimiz de oldu. Bu benim için de çok önemliydi. Neden önemliydi? Bunu yapmamız hâlinde belki de Süleymaniye halkı ilk kez bir etkinlikte Zazaca konuşan insanların lehçelerinden müzikler dinleyecekti. Koşullar uygun hâle geldiğinde Süleymaniye’de bu planımızı gerçekleştireceğiz.

‘Vengê Royî’ projesi devam edecek mi?

Konuşmamın başında söyledim, ilk albümü çıkardığımızda masada 45 ezgi vardı. Onlara birkaç yeni parça daha eklendi. Şu anda elimde üç albüm çıkarabilecek malzeme var. Nasıl ki ikinci albüm birinci albümü aştı, üçüncü albüm de bütün yönleriyle ikincisini aşmalıdır, böyle bir proje üzerinde duruyorum bunu altyapısını hazırlamaya çalışıyorum. Vengê Royî 5’in de sözünü verebilirim, sonrasını bilmiyorum tabii.

‘Vengê Royî’ isminin özel bir anlamı var mı?
Bizim Siverek çevresinde Çermik, Gerger de dahil kimse ‘Fırat’ demiyor. Fırat denildiğinde yabancı bir şey gibi geliyor. Şimdi belki asimilasyonun etkisiyle aşina oldular Fırat ismine ama bizde Ro’dur. Kurmancîde nehir için Rûbar denilir, Zazaca konuşanlar onun kökünü almışlar. Ro deniliyor. Bu ismin fikir babası da Mikail Aslan’dır. O dedi ‘’Bir ucu Dersim’e dayanıyor bir ucu Siverek’e ve ordan başka alanlara yayılıyor.’’ İkinci albüm için de isim üzerinden sohbetlerimiz oldu hem Mikail hem Hakan ile. Mikail böyle bir öneri getirdi, dedi: ‘’Gördüğüm kadarıyla Vengê Royî albümleri devam edecek dizi olacak onun için diğer çalışmalar için isim aramaya gerek kalmasın’’ Şimdiden Vengê Royî 3’ün müjdesini sizin aracalığınızla verebilirim.

Gördüğüm kadarıyla müzik ve edebiyatta çok faal olmamanıza rağmen heybenizde bu alanlara ilişkin epey şey biriktirmişsiniz. Son birkaç yılın ürünleri mi bunlar yoksa bu eserleri bu zamana kadar heybenizde çıkarmaya uygun zamanı mı beklediniz?

Benim üç farklı çalışma alanım var. Bunlardan birisi düzyazıdır, ikincisi şiir ve üçüncüsü de müzik. Benim şimdiye kadar yayımlanmış 5 tane kitabım var. Biri şiir, diğerleri anı ve anlatım kitaplarıdır. Bunlardan biri ‘Bir yanım Süleymaniye bir yanım Halepçe’ ki Sorancaya çevirildi, yayımlanmaya hazır bekliyor.


Bizim aile ortamında halkımızın tarihsel mücadelesinde isim yapmış bazı isimler vardır, bunlar tanınan şahsiyetlerdir. Ben bu saygın şahsiyetlerin etkisinde kalarak bu alanlara yöneldim. Mesela şiire nasıl yöneldim? Bizim yakın akrabalarımızdan birisi var, 49’lar Davası’nın ‘en genç’ sıfatı ile yargılananı Necati Siyahhan. Necati ağabeyimiz, kendisini büyük bir saygı ile anıyorum, bana şiir sevgisini aşıladı. 68 Kuşağı’nın dilinde olan ‘Nataşa’ şiirinin yazarıdır. Bu şiirle tanınıyor. Bu isimle bir kitabı da bulunuyor. Ahmed Arif gibi tek bir şiir kitabı var. Şiirde bu abimizin çok etkisinde kaldım ve ona karşı olan vefa borcumu ödemek için şiire yöneldim. Dolayısıyla da ‘Geceden Sabaha’ adında bir şiir kitabım çıktı. ‘Geceden Sabaha-2’ de hazır bekliyor masada onun da sonbahara doğru çıkması mümkün. Yurtseverlik çizgimi de belirleyen aile efradından iki isim var; 49’lar Davası’nda ‘en yaşlı’ sıfatıyla yargılanan Ali Karahan vardı, büyük amcamız. Kendisi hukukçuydu, aynı zamanda 60’lı yıllarda milletvekilliği de yaptı. Siverekli olduğu halde Hakkari’den bağımsız olarak parlamentoya girdi. Diğer isim de amcamın oğlu Necmettin Büyükkaya’dır. Necmettin Büyükkaya’yı fazla anlatmama gerek yok sanırım. Bu iki önemli şahıs benim yurtseverlik çizgimin ve ruhumun şekillenmesinde önemli rol oynadılar. Dahası bu edebiyatta beni besleyen bir damar oldu. Bir de ben çocukken 90 yaş civarında bir dedem vardı.O çok orijinal Zazaca destanlar anlatırdı. Başta Siyabend û Xece, Memê Alan gibi destanları hem türkü biçiminde hem de sözlü olarak anlatırdı. Bu da ben de bir damar oluşturdu. 1979’un sonunda yurtdışına çıktığımda heybemde bu üç çevreden miras aldıklarımı taşıyordum ve bir süre sonra da o bana yük oldu, ağırlık oldu. Ve o ağırlıktan kurtulmam için o heybeyi boşaltmam gerekiyordu.
Müzike gelince bunun da kanyağı annemdir. Annem bana o güzel Zazacanın tadını verdi ve dolayısıyla anneme olan sevgimle anadilimi sevme, anadilimle bir şeyler yapmanın arayışı içerisine girdim. Annem beni emzirdi helal, ak sütü ile. O bir borçtur. İşte o vefa borcunu ödemenin yolu da bana öğrettiği o dil ile bir şeyler yapmaktı, bu da müzik ile oldu.

Son yıllarda Zazaca eserlerin üretiminde gözle görülür bir artış olmasına rağmen bahsettiğiniz UNESCO’nun raporlarına göre hâlâ yok olma tehdidi altında olan dillerden biri. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Zazaca konuşan insanlar hep başkalarından yakındılar. ‘’İşte Zazacaya ilgi duyulmuyor, Kurmanclar ayrımcılık yapıyor falan filan’’ Bu ‘Vengê Royî’ çalışması ile yakınmanın anlamsız olduğunu anladım. Hiçbir şey yapamıyorsan çocukların ile o dille konuşur, onlara öğretirsin. Ben kendi aile ortamımda hem Kurmancca hem Zazaca konuşuyorum. Eşim Kurmanc’tır, ben Zaza’yım. Çocuklarım ikisini de konuşuyor. Ben Sorancayı da konuşuyorum, hepsi benim değerimdir. Son olarak albümle ilgili benimle söyleşi yapma nezaketini ve fırsatını gösterdiğiniz için size teşekkür ediyorum.

Bu röportaj 29 Mayıs 2020 tarihinde Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlandı


Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen

Bir cümlelik silah: Kürdistan sömürgedir

Foto: İbrahim Demirel 70’li yılların ikinci yarısında Kuzeyli Kürt örgütleri içinde sömürgecilik tartışmaları popülerdi. Ancak o günlerdeki ...