Sonntag, 18. Juni 2017

Kurdistana Sor ve parça


Cellatlar ve 'parça'ladıkları

Cellat'ın karşısında insanın nerede durması gerektiğine dair Ahmed Arif'in şu mısralarını bilmeyenimiz yoktur herhalde: "Nerede olursan ol/ İçerde dışarda, derste, sırada/ Yürü üstüne üstüne/ Tükür yüzüne celladın"
Cahit Irgat'ın yine aynı konuya dair şu mısraları ise pek bilinmez: "İpimi çeken cellat/ seni de seviyorum/ ipimi çeken cellat/ biliyorum ekmeğin var/ boynumdaki ilmikte"
Ataol Behramoğlu'nun şu dizeleri de Musa Anter'in sesinden aşinadır kulaklarımıza: "Cellat uyandı yatağında bir gece/ "Tanrım" dedi "Bu ne zor bilmece:/ Öldürdükçe çoğalıyor adamlar/ Ben tükenmekteyim öldürdükçe..."
Nerede durmalı insan, cellat ve cellatlığın karşısında? Ahmed Arif'in antagonizmasında, Cahit Irgat'ın hümanizmasında, yoksa Ataol Behramoğlu'nun diyalektiğinde mi?
Arkaik olana "modern" yaftası yapıştırıp onu günümüze aktarmak, işin kolayına kaçmak mıdır? Mesela devletlerini yönetenlerin "modern" cellatlar olduklarını söylesem itiraz eden çıkar mı? Kelepir de olsa alıcı bulunur elbet. DAİŞ için aynı soruyu sorsam, "alıcı" piyasası hareketlenir birden; yanına en az onun kadar iğrençliğiyle heybetli birkaç sıfat daha eklenir.
Kürtlerin politik perspektifinde "cellat", mazlum kimliğinin onore edilmesi ve onarılması için kullanılan güçlü ve bir o kadar da duygu yüklü bir argümandır. Arada bir "celladına aşık" oluşu ya da olabileceği ihtimaliyle hafıza tazelenir, mazlum kimliği kendini "silkeler".
Kürt siyasal hareketi, kendine özgü mistisizmi ve ideolojisiyle, Kürtlerin düşün ve duygu dünyasında gerilim ve heyecan yaratacak anlam yüklü kavramlar üretti. Bu, örgütsel terminoloji olmaktan çıkıp toplumun kullandığı dilde hayat buldu. Yukarda verilen "cellat" örneği politik bir konuşmada geçiyorsa eğer, hafızalarda Kürdistan coğrafyasında kanla bastırılan isyanları bir çırpıda canlandırabilir.
Hem teritoryal ve tarihi arka planı olması sebebiyle hem de ulusal duygudaşlığın güçlenmesi için en elverişli kavramlardan biri de "parça"dır. Kürdistan'ın içinden geçtiği her yazıda, nutukta, sohbette "parça", güçlü bir motivasyondur. "Li her çar parçê Kurdistanê" (Kürdistan'ın dört parçası) girizgahı, sıradan bir ferdin ya da önemli bir siyasetçinin dilinden dökülse dahi yarattığı etki aynıdır. "Çar parçe" yani "dört parça" olan ülkenin "bir" olması hayali bile önemli bir motivasyon kaynağıdır. Coğrafyada yönleri ifade ederken işe yarayan "4 parça" (kuzey, güney, doğu, batı) kendi içinde binlerce efsane barındırır.
"Parça" kavramının motive edici gücü, birilerini yeni "parçalar" aramaya sevk etmiş, bu konuda yeni itirazlar gelişmiştir. Bir zamanlar resmi bir statüye sahip "Kurdistana Sor" (Kızıl Kürdistan) bir kesim tarafından "beşinci parça" olarak kabul edilmiş, bu yönlü tezler ileri sürülmüştür. Şu an Kürt nüfüsunun yaşamadığı "Kurdistana Sor", zamanla unutulmak zorunda kalınmıştır. Kürt'ün tarihi, aynı zamanda bir anlatıya dönüşmüştür; bu anlatıda "unutulmak" zorunda kalmış ne kadar öykü saklıdır.
                                                        ***

Yıl 1923, aylardan Temmuz. Kürdistan tarihi için iki önemli gelişmeye kapı aralanacaktır. Bir taraftan Kürdistan'ın modern çağda 'parça'la
nmasına neden olacak antlaşmanın imzalanacağı, diğer taraftan Sovyetler'de yaşayan Kürtlerin resmi bir statüye kavuşacağı ay...
Sözünü ettiğimiz "dört parça
"nın müsebbibi olan Lozan Antlaşması, birkaç yıl aradan sonra nihai şeklini almasıyla 24 Temmuz 1923'te ilgili devletler tarafından imzalanır. İmparatorlukların sınırları, yerlerini daha acımasız olan ulus-devletlerin sınırlarına bırakacaktır.
Lozan'ın imzalanmasından bir hafta önce ise idari bir özerklik olsa da başkenti Laçin olan Kurdistana Sor'un kuruluşu kararlaştırılır. Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne bağlı Kurdistana Sor Özerk Bölgesi, 1929 yılına kadar varlığını korur.
Güney Kürdistan'daki Şeyh Mahmud Berzenci'nin ilan ettiği Kürdistan Krallığı'nı saymazsak egemen devletler tarafından tanınan ilk Kürdistan yönetimidir. 1929'da Kürdistana Sor'un özerk statüsü lağvedilip yerine daha daraltılmış bir idari birim verilir ve aynı yıl o da kaldırılır.
Kürdistana Sor, "unutulmak zorunda kalınmış", kimilerince "parça" kimilerince "parça" olmayı hak edecek büyüklüğe sahip olmadığı için "Kürtlerin bir dönemler yaşadığı topraklar"dır. Sovyet Kürtlerinin hafızasında canlı olan Kürdistana Sor, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılmasıyla Ermenistan ve Azerbaycan arasında günümüze kadar sürecek olan savaşın nedeni olan Dağlık Karabağ bölgesinin içinde önemli bir alanı kapsamaktaydı. SSCB'nin dağılmasından sonra Ermenistan'ın "ata toprakları", Azerbaycan'ın ise "işgal olunmuş topraklar" olarak tarif ettiği Kurdistana Sor'un da içinde bulunduğu Dağlık Karabağ, iki devletin savaşına sahne olmuş; bu savaş esnasında Kürtler peyderpey göçe zorlanmıştır. Savaş sebebiyle Kürtsüzleştirilen bölgede bir grup Kürt aydını, siyasetçisi, önde geleni, masumane bir biçimde 1992 yılının Mayıs ayında Kürdistana Sor Cumhuriyeti'ni ilan eder. Bir süre sonra bu masumane ilan yönteminin Ermenistan devleti tarafından kurgulanmış bir teatral sahne olduğu anlaşılır ve hükümetini oluşturan cumhuriyet birkaç gün içinde dağılır.

                                                  ***

Kurdistana Sor, artık Kürtlerin yaşamadığı ama mezarlarını bıraktıkları topraklardır. Tam da Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanında söylediği gibi: "İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir."
2014'ün Temmuz ayında Kurdistana Sor göçmeni iki Kürt Rusya vatandaşı Dilgam Asgerov ve Azerbaycan vatandaşı Şahbaz Kuliyev, Azerbaycan'dan bir zamanlar yaşadıkları Kelbecer'e anne ve babalarının mezarlarını ziyaret için gizlice geçer. İki Kürt, Ermenistan askerleri tarafından yakalanır; ordu haberi basına "başarılı bir askeri operasyon" havasıyla servis eder. Aynı yıl Aralık ayında Ermenistan'da görülen mahkeme sonucunda Dilgam Esgerov müebbet, Şahbaz Kuliyev 22 yıl hapis cezasına çarptırılır.
Bir yıl sonra ise, 2015 yılının Aralık ayında, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki savaşın kızışmasıyla kurşun tekrardan namluya sürülür. Ermenistan Kürtlerinden Êzîdî genci Sidar Agoyan (Sîdarê Îgor), yaşanan çatışmalarda yaşamını yitirir. Boksör olan 19 yaşındaki Sidar, ölmese belki iyi bir boksör olacak, ödüller alacaktı.
Biri zindana düşen, diğeri saçına ak düşmeden bayraklara sarılı tabuta giren bu iki örnek‚ "Kürt'ün makus talihi
"nin özeti midir? Özet çağında yaşamıyor muyuz zaten; yaşananların başka bir şeylerin özeti haline geldiği çağda? Yoksa, "Kürtler başkalarının savaşının kurbanı olmaya devam ediyorlar" dersek, yine işin kolayına mı kaçmış oluruz. Ya da Kürtler üzerine söylenen her söz artık işi "kolaylaştırmaya" yarayan bir argüman mıdır veya anlaşılır kılma telaşı?
Cellatlar var oldukça, 'parça'lanmış hayatlar da, topraklar da var olmaya devam edecek ve tarih bir anlatıya dönüşecektir.  





                                                                          Bu yazı PolitikART'ın 165. sayısından yayımlandı

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen

Bir cümlelik silah: Kürdistan sömürgedir

Foto: İbrahim Demirel 70’li yılların ikinci yarısında Kuzeyli Kürt örgütleri içinde sömürgecilik tartışmaları popülerdi. Ancak o günlerdeki ...